Paylaş
İçinde özenle katlanmış, üç-dört metrelik bembeyaz bir kumaş ve topraktan yapılmış bir maşrapa vardı.
Bu dünyada siyah feracesi ile yaşayan babaannem, öteki dünyaya yolculuğu için bembeyaz elbisesini kendisi hazırlamıştı.
Toprağa dönüş yolculuğundaki valizinin içinde topraktan gelmiş pamuklu bir kumaş ve topraktan yapılmış bir maşrapa vardı.
Toprağın davetine, renklerin tenakuzu ile icabet etmek, bana inancın ahengi gibi göründü hep.
Babaannem hastanede hayata veda ettiği için, yatağın altında unutulan o valiz, bizlere, temiz, vicdanlı ve iyi bir müminin kutsal emaneti olarak kaldı...
* * *
Miting meydanında ne zaman bir kefen görsem, canım babaannemin yatağının altındaki o valizi hatırlarım.
Hatırlar ve sonra ürperirim...
Çünkü miting meydanındaki kefen bana, adanmış ve korkutucu bir militanlığın, körleşmiş bir gözün, yitirilmiş bir nefsin, kaybedilmiş bir vicdanın üniforması gibi görünür.
Ürpertim geçince, bu defa içim titrer...
Çünkü son yolculuğun tertemiz örtüsünün kapkara bir kirle lekelendiğini görürüm.
Öyle anlarda kendimle konuşurum.
Müslüman’ın itikadı vardır...
“Kefenin cebi yok” lafında, bu itikadın derin bir manasını görür çünkü...
O lafın arkasında, hem öteki dünyaya, hem de buradakine seslenen bir iman vardır.
O iman der ki:
“Çalma, çırpma; kul hakkı yeme; hırsızlık yapma, haksız kazanca el sürme...”
O iman, dünyaların fani tarafına der ki:
“Yarın bir gün öteki dünyaya geçerken giyeceğin o beyaz elbisenin cebi yok. Haksız kazanç bu dünyada kalacak. Öteki tarafa geçerken, soğuk bedenin üzerinde cepsiz bir elbise giyeceksin...”
İşte o imanın tefsiri bir tek kelimede mana kazanır:
“Değer mi...”
O tefsir, kendi kendini açar ve ilahi bir ikaza dönüşür:
“Hırsızlık yapmaya, çalmaya çırpmaya değer mi...”
* * *
Kefeninin cebinin olmadığını bilen Müslüman’ın bir de vicdanı vardır...
Haksızlığa isyan eden, adaletsizliğe dur diyen bir vicdandır o.
Eğer o vicdan, hâlâ Müslüman’ın göğsünde bir yürek gibi atıyorsa...
Ve o yürek, son yolculuğumuzda giyeceğimiz kefenin hâlâ cepsiz olduğuna inanıyorsa...
Beyaz bir kumaş parçasını sırtına geçirip miting meydanına koşan ve şehadet andı içen o militan kafaya demeli ki:
“Kardeşim, sırtına giydiğin o beyaz elbise, hırsızlığın, yolsuzluğun, dolandırıcılığın üzerine serilen kirli bir şal olamaz.”
Müslümanlık’ta mücahitlik diye bir mertebe varsa eğer, kimsenin onu hırsızlığın, yolsuzluğun paralı askeri haline getirme hakkı olamaz.
Kefen de o paralı askerin pejmürde üniforması değildir...
30 Mart’ta AK Parti’nin oyu düşerse ‘Bunların hepsi hırsızmış’ mı diyeceğiz
-BUGÜN Dört bakan hakkındaki iddiaların incelenmesine mani oluyorsanız...
Ve bize “Bir yolsuzluk, hırsızlık varsa vatandaş 30 Mart’ta bunun hesabını sorar” diyorsanız...
-YARIN AK Parti’nin oyları düşerse...
Vatandaşın da “Demek ki sadece 4 bakanın oğlu değil, bütün AK Parti yolsuzluğa bulaşmış” diye düşünme hakkı doğmaz mı...
-SONUÇ: Yolsuzluğun hesabının sorulacağı yer seçim değil, bağımsız yargıdır.
Meğer sindirim sistemi temizlenmiyor, tam aksine kabız oluyormuş
-DÜN Bu ülkenin dağlarda savaşmış komutanları, pırıl pırıl gencecik subayları, gazetecileri, aydınları, kimsenin elini sürmeye cesaret edemediği lepra gibi hastalıklara karşı kahramanca mücadele eden Cumhuriyet kadınları darbecilik iddialarıyla gözaltına alınırken, gece yarıları saatlerce sorgu odlarında süründürülürken ne demiştiniz?
“Türkiye (affedersiniz) sindirim sistemini temizliyor...”
-BUGÜN Bakanların çocukları, yolsuzluk ve rüşvet gibi yüz kızartıcı suç iddialarıyla gözaltına alınıp götürülüyorsa... Bazı iddialara göre, sorgu odalarında değil de makam odalarında misafir ediliyorsa...
Sizlerden ne meneniz beklenir?
“Türkiye (affederseniz) sindirim sistemini temizliyor...” değil mi...
Peki o ne yapıyor?
O polisleri gözaltına alıyor, savcıların başına komiserler tayin ediyor, delil diye sızdırılan şeylerin ekleme, fabrikasyon olduğunu söylüyorsunuz...
-O ZAMAN Bütün bu olup bitenleri gören bir vatandaşın da şöyle düşünme hakkı doğmaz mı:
“Bunlar bize ‘Türkiye sindirim sistemini temizliyor’ diyorlardı, meğer temizlenmiyor, biriktiriyormuş...”
Geldiğimiz nokta: Türkiye sindirim sistemini temizleyemiyor, tam aksine konstipe...
NOT: Ben sevmiyorum ama sevenler bu cümleyi şöyle telaffuz edebilirler:
“Biz Türkiye bağırsaklarını temizliyor sanıyorduk meğer kabız olmuş...”
Bu gece sokağa çıkıyoruz ve duvarları donatıyoruz
HEMEN bu gece boyayı fırçayı alıp sokağa çıkmalıyız.
Devrimci ruhumuz yeniden uyanmalı, afişçiliğe, kuşlamacılığa yeniden başlamalıyız. Türkiye yarın sabah uyandığında, bütün şehirlerinin, kasabalarının duvarlarında şu yazıyı görmeli: “Benim polisim”, “Benim yargım”, “Benim Maliyem”, “Benim istihbaratım”...
Altına da büyük harflerle şu:
“BENİM DEVLETİM”...
En altına da şu: “Ama ey yukarıda, Olimpos Dağı’nda oturan arkadaş, senin değil, onun da değil, benim de değil...
Vatandaşın devleti...”
O zaman sen de daha emniyette olursun, ben de, hepimiz de...
Her gün her dakika şunu haykırmalıyız
-Polis, Başbakan’ın ve Cemaat’in değil, devletin polisidir...
-Yargı, Başbakan’ın ve Cemaat’in değil, adaletin elindedir..
-Maliye, Başbakan’ın değil, vergi mükellefinin hizmetindedir.
-İstihbarat, Başbakan’ın değil, ülkenin istikametindedir.
-Ordu, günlük siyasetin değil, ülke güvenliğinin komutasındadır.
-Devlet, iktidarın değil, Başbakan’ın hiç değil, vatandaşın devletidir.
Paylaş