DÜN yan yana konmuş şehit tabutlarına bakarken içimdeki öteki ses şu soruyu soruyordu:
‘Daha ödememiz gereken ne borç kaldı?’
* * *
Büyük Millet Meclisimiz, Türkiye’nin Irak’a asker göndermesine ‘Hayır’ dedi.
Yetmedi.
Şehirlerimizde bombalar patlattılar, yüzlerce masum insanı öldürdüler.
Başbakanımız, Felluce’de ölenler için ‘şehitler’ dedi.
Kesmedi.
İngiliz askerinden daha çok Türk şoförü öldürdüler.
Güya kaçırdıkları Fransız gazetecileri o kapı bu kapı misafir ederken, bizim zavallı insanlarımızın başını kestiler.
O Fransa ki, Felluce olayı karşısında kılını kıpırdatmamıştı.
Bir komisyon başkanımız, Amerikalıların Felluce’de yaptıklarını ‘soykırım’ olarak niteledi.
Bu da tatmin etmedi.
El EzherÜniversitesi bile sus pus otururken, bizim sokaklarımızda gösteriler düzenlendi.
Vicdanlarına teğet bile geçemedi.
Büyükelçiliğimizi korumaya giden görevlilerimizi kalleşçe pusuya düşürüp katlettiler.
* * *
Ya kırmızı çizgiler?
Onları kendi ellerimizle bir güzel silip süpürdük.
Vız geldi.
Avrupa Birliği’nde aldığımız sonucu 24 saat kutlamamızı bile çok gördüler.
Ve bugün ay yıldızlı bayrağa sarılı beş tabut önümüzde.
Devlet bir hizada. Hep birlikte elimizden gelen tek şeyi yapıyoruz.
Eller göğüs hizasında dua ediyoruz.
Artık kendimiz de inanmadığımız için, ‘Şehit kanları yerde kalmayacak’ bile diyemiyoruz.
Elimizde kala kala bir bu samimiyet kalmış.
Bir de tevekkül.
* * *
Evet, bütün bunlara bakıyor ve çaresiz biçimde kendi kendime soruyorum.
Daha ödememiz gereken ne borç, ne bedel kaldı?
Biz ki savaşta değiliz, her gün işgalci Amerika’yı yerden yere vuruyoruz.
Bu cömertliğin karşılığını her gün Habur’dan dönen tabutlarla alıyoruz.
Nedir bu acayip tenakuz.
Biz orada ölenlere şehit diyoruz, oradakiler bizim çocuklarımızı öldürüyor.
Onlara da şehit diyoruz.
Siz bunu açıklayabiliyor musunuz?
* * *
Ben bula bula bir açıklama buluyorum.
Orada, o bölgede hálá kapanmamış bir hesap, bitmemiş bir kin, doymamış bir kan davası var.
Bize karşı. Türklere karşı.
1915’teki hançer hálá inip kalkıyor.
Sırtımızda hálá o aynı el, o aynı hançer.
Durmadan inip kalkıyor.
Biz kırmızı çizgilerden vazgeçerken, o Türk kanıyla yenilmesi yutulması zor, çok zor çizgiler çiziyor.
* * *
Ben hükümetin hazırladığı 1 Mart tezkeresinin geçmesini destekleyen yazılar yazarken, bazı arkadaşlarımız, ‘Oradan gelecek ilk Türk tabutlarını vicdanınız nasıl kaldıracak’ diye eleştirmişti.
Haklılarmış...
Hem de çok haklılar.
Bunu kaldırmak, hazmetmek gerçekten çok güçmüş.
Hele hele bütün kırmızı çizgileri silmiş, bütün tezkereleri yakmış, kafa kesenlere bütün bu desteği vermiş ve cevabını ay yıldızlı tabutlarla almışsanız.
İnanın bu çok daha fazla can yakıyor.
Biliyorum. Diyeceksiniz ki: ‘Ne yapalım?’
‘Gidip biz de onların kafasını mı keselim?’
Hayır, böyle bir şey söylemiyorum.
Yapacağımız tek şey akılla ve mantıkla hareket etmek.
Ama Allah kahretsin; böyle anlarda aklın sühuleti, içimdeki acının hararetini alamıyor.