Paylaş
Nil Nehri’nin iki kolundan birinin çıktığı Tana Gölü’nün kenarında kurulmuş bir kiliseyi geziyordum.
Gelen haber çok kısaydı.
Türkiye’nin en büyük dijital alışveriş şirketi ‘hepsiburada.com’un yüzde 25’i, son yıllarda büyük atılımlar yapan Abraaj yatırım şirketine satılmıştı.
Financial Times, Wall Street Journal gibi küresel ekonomi gazetelerinin ilgisini çekebilecek boyutta bir haberdi.
Türkiye dijital pazarında bugüne kadarki en büyük işlemdi...
En önemlisi de Türkiye dijital pazarının hangi boyutlara geldiğini gösteriyordu.
Yarın “Dünya Kadınlar Günü”...
Şimdi size, bu büyük dijital mucizenin arkasındaki insanı anlatacağım.
* * *
Yeni kurulmuş, çok küçük bir şirketken satın aldığı Hepsiburada.com’u, bugün 1 milyar dolar değerinde dev bir şirket haline getirdi ve kendine uluslararası bir ortak buldu.
Yani bir ekonomik mucizeye
imza attı.
* * *
O 41 yaşında bir kadın...
Adı Hanzade Doğan Boyner...
Sema ve Aydın Doğan’ın üçüncü kızları...
Evet zengin ve başarılı bir babanın kızıydı...
Ama başarısı, “babasının kızı” olmaktan geçmedi...
Kendisi başardı...
O yüzden ne “babasının kızı” ne de “patronumun kızıdır” kompleksine kapılmadan yazmak geldi içimden.
Dünya Kadınlar günü arifesinde başarılı bir kadın portresi anlatmak istedim.
Başarmak için babayla savaşmak da gerekebilir
“BEN Doğan Ailesi’nin garaj çocuğuyum...”
Kürsüdeki genç kadın bu sözleri söylediği an, karşısındaki genç dinleyiciler arasında bir kıpırdanma başladı.
Birkaç kişiden başlayan alkış, bir anda salona yayıldı. Salondan atılan tweet’ler hızla yayıldı.
Kürsüdeki genç kadın, Aydın Doğan’ın üçüncü kızı Hanzade Doğan Boyner’di... Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencilerinin daveti üzerine konuşuyordu.
AYDIN DOĞAN’IN KIZI GARAJ ÇOCUĞU OLUR MU
“Garaj çocuğu” ve Doğan Ailesi’nin bir üyesi...
İlk bakışta bir oksimoron gibi gözüküyordu.
Silikon Vadisi’nin garaj çocukları, Harvard’dan gelirdi, Stanford’dan gelirdi. Ama içlerinde, Doğan Ailesi’ninki gibi Amerika’nın bir numaralı medya grubundan gelen bir çocuk yoktu.
Hanzade Doğan Boyner kendisi için bu ifadeyi çok rahat bir şekilde söylemiş, yetinmeyip üstüne basa basa bir kere daha tekrarlamıştı. Oysa aynı kadın sözlerine, “Ben dünyaya şanslı bir çocuk olarak geldim. Babamın adı Aydın Doğan’dı” diyerek başlamıştı.
Aydın Doğan’ın alt kattaki garajında değil, mükellef üst odalarında doğmuştu. Çocukluğunu o imkânlarla geçirmiş, okumuştu.
Ama kendisi için “garaj çocuğu” ifadesini kullanmakta hiçbir sakınca görmemişti. Üst katlarda doğmuş, ama işe bir medya imparatorluğunun bodrumundan, yani garajından başlamıştı.
TÜRKİYE’NİN İLK ‘STARTUP’LARINDAN BİRİ COLUMBIA’DA KURULUYOR
Aslında garaja ilk girişi, Doğan Ailesi’nin binalarından değildi.
Lisansüstü eğitim için Columbia Üniversitesi’nde okurken, iki arkadaşı ile birlikte bir ‘startup’ şirketi kurmuş ve geliştirmeye çalışmıştı.
Gerçi bu şirket başarılı olmamıştı, ama yine de ‘startup’tı. Yani bugün Silikon Vadisi’nde ve Palo Alto’da başarıyı ifade eden ‘startup’ kavramını keşfeden ilk Türklerden biri oydu.
Yarın Dijital dünyanın “Jön Türklerinin” tarihi yazılacak olursa, Doğan Ailesi’nin bu garaj çocuğuna da bir yer ayırmak gerekecekti.
Babasının kızı olarak yürüyen bir işin başına geçebilirdi, ama o garajın çocuğu olmayı tercih etmişti.
Bugün Avrupa’nın en büyük alışveriş sitelerinden biri olan Hepsiburada.com onun başarısıydı. Bu siteye her ay, İstinye Park’a girenin 5 katı insan giriyordu. Yıllık cirosu 1 milyar lirayı bulmuştu. Hızla büyüyordu. Amazon, eBay gibi dev köpekbalıklarının yüzdüğü bir denizde Nemo gibi dolaşıyordu... Hedefine doğru hızla yüzüyordu.
KÖPEKBALIKLARI ARASINDA NEMO’YU BULUP KURTARMAK
Tabii ki Nemo’yu bulmak o kadar kolay olmadı. Bu genç kadının arkasında ilginç, birçok bakımdan kolay, ama birçok bakımdan da zor bir hayat vardı.
Aydın Doğan’ın kızı olarak doğmak, şanstır. Ama şansın da bir bedeli vardır. Başarılı bir babanın altında ezilmemek, zaten kurulmuş bir şirketin ikinci nesli olmanın zorluklarını taşımak...
Tabii ki, 3 ayrı kız kardeşle de rekabet edebilmek.
İlk mücadeleyi, yurtdışında okuyabilmek için babasına karşı verdi. Aydın Doğan kızlarının üniversiteyi Türkiye’de babasının dizinin dibinde okumasını istiyordu. Ondan sonra lisansüstü eğitime gidebilirlerdi.
Garaja girecek çocuk, isyanından bellidir. O, bu güzergâhı reddetti. Yurtdışında okumayı aklına koydu.
Ama babası herhangi bir insan değildi. Kelkitliydi. İş hayatında ne kadar liberalse, aile hayatında o kadar gelenekçiydi.
Aile bağları ve otoritesi kuvvetliydi. Baba ne derse o olurdu.
UÇAKTAN KORKAN AYDIN DOĞAN İLK UÇAĞA ATLAYIP LONDRA’YA GİDİYOR
Bu defa olmadı. Üst kattan gelen ses güçlüydü. Ama garajdan gelen ses de kararlıydı. Hareket planı da hazırdı. Önce sadece yaz tatili için Londra’ya gidecekti.
Yaz kursları için. İsyan bayrağını oradan açacaktı. Açtı da. Her zaman dediğini yaptırmaya alışmış babayı, bu defa bir sürpriz bekliyordu.
Ailesinde belki de ilk muhtırayı, Londra’da üçüncü kızından yiyecekti. Kızı gelmiyordu. Orada okuyacaktı.
Kızı kararlıydı, ama Aydın Doğan da Kelkitli babaydı. O yıllarda uçağa binmeye çekindiği, hep arabayla gittiği halde, durumun aciliyeti nedeniyle uçağa atladı ve Londra’ya gitti.
Doğan Ailesi’nde ilk isyanın görüşmeleri işte orada bir otel odasında yapıldı. Hanzade Doğan, babasına kesin bir dille “Burada okuyacağım” dedi.
Babası bir ara çözüm önerdi. Burada başla, sonra seni Türkiye’de bir okula nakledelim...
HANZADE, OTEL ODASINDA BABASINI TEHDİT EDİYOR
Daha sonraki yıllarda, birlikte çalıştığı insanların yakından tanıdığı inatçı karakterinin aile içindeki ilk işareti işte o an verildi. Genç kız babasına kesin bir dille şunu söyledi:
“Öyle bir şey yapmaya kalkarsan, bütün Türkiye’ye benim için torpil yaptırdığını açıklarım...”
Tehdit mi? Yoksa büyük bir blöf mü... Bu soru aile içinde hiç sorulmadı. Dolayısıyla cevabı da verilmedi. Hanzade Doğan bugün bu hatırasını anlattığında, “Gerçekten yapar mıydın” diye soranlara şu cevabı veriyor:
“Doğrusu yapıp yapamayacağımı kendime hiç sormamayı tercih ettim...”
Sormamak da bir kararlılık değil mi...
AYDIN DOĞAN ŞANTAJA ŞARTLI CEVABINI VERİYOR
Tabii Aydın Doğan sadece iyi bir baba değil, aynı zamanda başarılı bir işadamı. Her başarılı işadamı gibi, en zor durumlar için bir çıkış stratejisi vardır. Aydın Doğan, “O zaman bir şartım var” dedi. Hanzade Doğan’ın belki de eğitim kariyerini tamamen değiştirebilecek şart şuydu:
“Oxford’u veya London School of Economics’i kazanırsan, burada kalmana izin verebilirim.”
Doğan Ailesi’nin her üyesi gibi Hanzade Doğan’da da yaratıcı bir kuşkuculuk vardı. Yakın arkadaşlarına, “Babamın bütün bu stratejiyi beni Oxford ve LSE’ye girmem için hırslandırma amacıyla mı söylediğine karar veremiyorum” dedi.
O sorunun cevabını hâlâ bulamadı ama o yıl LSE’ye girmeyi başardı.
Oradan Columbia Üniversitesi’ne gitti.
Hanzade’yi Columbia’dan mezun olduğu gün tanıdım. Düşündüğünü tak diye söyleyen doğrucu bir karakteri vardı.
Mezuniyet töreninden sonra Aydın Bey, o ve ben, New York’taki Türk Yürüyüşü’ne katıldık.
Dijital kavramının hayatımıza yeni girdiği yıllardı.
Türkiye’ye döner dönmez ilk işi Doğan Online’ı kurmak oldu. Milliyet gazetesinin online sitesini o kurdu.
Arkasından eKolay geldi.
Rahmetli Kemal Sunal’la ölümünden hemen önce o dâhiyane “eKolaaay” kampanyasını yapan grubun başında, Serdar Erener’le birlikte o vardı.
1 MİLYAR DOLARLIK ŞİRKET START ALIYOR
Ve sonunda “Hepsiburada.com” geldi.
Şirket Hanzade gibi genç bir ekip tarafından kurulmuş bir startup’tı.
Hanzade daha o sırada bunun önemini kavradı ve satın aldı.
O günden sonra ihtiraslı bir kadının bir işi tutkuyla yönetme sanatını gün gün izledim.
Hep iyi yöneticiler seçti. Arkadaşlarıyla birebir çalıştı.
Gece-gündüz şirketi ile birlikteydi.
Bir gecede depolar taşıdı. Başında durdu.
Üniversite öğrencilerine, genç işadamlarına, uluslararası yatırımcılara durmadan, yorulmadan şirketini anlattı.
Sonunda Türkiye’nin Amazon’unu yaratmayı başardı...
Evet, arkasında varlıklı ve başarılı bir baba vardı. Evet, şanslıydı, zengin bir aile içinde doğmuştu.
Siz sıfırdan başlamadı diyebilirsiniz, ama ben tanıdığım için iç rahatlığı ile söyleyebilirim:
Sıfırdan başladı...
PATRONUMUN KIZIDIR DİYE GÖRMEZDEN GELEMEDİM
Gazeteciler komplekslidir. Patronlarını ve ailelerini yazmakta hep tereddütlüdürler. Yağcılık yaptıkları duygusuna kapılırlar.
Artık o yaşları geçtim...
Ama içimdeki ateş sönmedi.
Zengin, yoksul fark etmiyor.
Başarılı bir genç insan gördüm mü kendimi tutamıyorum.
Hanzade’yi yıllardır hayranlıkla izliyorum.
Çok da kavga ediyoruz...
Ama çok harbi bir kadın...
Görüşlerini, aldığı bir tutumu tutkuyla, muazzam bir kararlılıkla, savunuyor.
Ama o kadın bugün Türkiye’nin dijital alanda uluslararası bir başarısına imza attı. Etrafımız zengin çocuklarının babalarının şirketlerini batırma hikâyeleriyle dolu.
Bir tane de başarı hikâyesi okuyun istedim...
Paylaş