GELİN bir vatandaşlık testi yapalım.Eğer yaşadığınız şehrin varoşlarında birtakım genç insanlar ayaklanıp arabaları, otobüsleri ateşe veriyorsa ve ülkenizin İçişleri Bakanı bunlara "Ayaktakımı" diyorsa tepkiniz ne olur?
Geçen yıl Fransa’da Mağrip kökenli göçmenlerin çocukları arabaları yakmaya başladığı zaman, İçişleri Bakanı Sarkozy, bu gençler için "Racaille", yani serseri veya ayaktakımı tabirini kullanmıştı.
Bu yaklaşım Fransız aydınlarını çileden çıkarmıştı.
Siz olsanız bu insanlara ne derdiniz?
* * *
Sarkozy geçen pazar günü bahsettiğim kitabında bakın ne diyor:
"Gençler diye betimlemeyi reddettiğim kişileri hak ettikleri şekilde isimlendirdim."
Sosyalist Parti’nin sözcüsü ise ayaktakımı ifadesinin, halk arasında yaygın biçimde kullanıldığını, ama bunun saygıdeğer bir bakanın ağzına yakışmayacağını söylemiş.
Sarkozy buna da karşı çıkıyor:
"Haklar ve ödevler söz konusu olunca hepimizin eşit olduğu kabul edilir. Bana göre, bu durumda, elitler için uygun olan kelimelerle halka uygun olan kelimeler arasında bir fark olmamalıdır."
Bu konularda ben de aynı şekilde düşünüyorum.
O nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın halkla direkt temasında zaman zaman kullandığı "Kasımpaşa üslubu" ve tarzı bana çok ters gelmiyor.
Ama bunu yazdığım zaman, ben de Sarkozy’nin aldığına benzer tepkiler aldım.
Bu ve bunun gibi birçok konuda Sarkozy’nin "İtiraflar" adlı kitabını, siyasetin günlük pratiği açısından fevkalade önemli buldum.
Geçen cuma günü kitabı elime aldım ve cumartesi öğle saatlerinde bitirdim.
Sarkozy’yi, Türkiye konusundaki görüşleri ve davranışları nedeniyle hiç beğenmem.
Ama kitabı okuduğum zaman, siyasete bakışı açısından neredeyse dörtte üçünde aynı fikirde olduğumu gördüm.
Ama bir yanı var ki, onu çok beğendim ve yüzde yüz aynı fikirdeyim.
Üslubu ve olaylara bakışındaki netlik, meydan okuma.
Özellikle Fransa’yı Fransa yapan bazı kavramlara bakışı.
Mesela, cumhuriyetin eşitlik ilkesini farklı yorumlayışı.
Fransa’nın çok övündüğü eşitlik anlayışının ve aşırı devlet kontrolünün ülkeyi yeni küresel rekabette nasıl yerle bir ettiği.
Bir de sokak serseriliğini, vandalizmi varoş başkaldırısı diye yutturmaya kalkan Mağrip şımarıklığına karşı duruşu.
* * *
Kitapta Avrupa Birliği’yle ilgili dünkü yazımın devamı niteliğinde sayılabilecek yeni bir tez var.
Bana çok çarpıcı geldi.
Avrupa Birliği’nin halen tam üye olan ülkelerinde de, aday ülkelerde de bu ilişkileri dışişleri bakanlıkları sürdürüyor.
Sarkozy, bunun "demode" bir anlayış olduğunu savunuyor ve şöyle diyor:
"Avrupa, gündemimizde merkezi rol oynadığı için Avrupa ile ilgili sorunlar artık ulusal sorunlar haline gelmiş durumda. Bence, Avrupa’dan sorumlu bakanlığın görevlerini Başbakan üstlenmelidir. Onun siyasi ağırlığı, mevcudiyetimizi daha fazla hissettirmemiz gereken Avrupa sahnesinde Fransa’nın etkisini güçlendirebilir."
* * *
Onun Fransa için yazdıklarının aynısını ben bugün Türkiye için öneriyorum.
AB ile ilişkilerde inisiyatifi bir dakika bile zaman kaybetmeden bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan yüklenmelidir.
Bu işin Ali Babacan’ın ihtirastan ve heyecandan yoksun kişiliğiyle sürdürülmesinin mümkün olmadığı artık kesinlikle anlaşılmıştır.
Bu tarihi misyona, tarihi bir heyecan gereklidir ve o da Erdoğan’da vardır.
"Başbakan’ın bu kadar detayla uğraşmaya vakti olamaz" diyenlere de şu cevabı vereceğim:
Türkiye’nin bundan daha büyük, daha hayati önemde bir projesi yoktur.
Türkiye’nin geleceğine aday olan öteki siyasi liderlere de aynı heyecan ve ihtirası tavsiye ediyorum.