Paylaş
Gazeteleri dikkatle okuyun. Radyo ve televizyonları dikkatle tarayın.
Bir şey mutlaka dikkatinizi çekecek.
Türkiye, belki de tarihinin en önemli işlerinden birini başardı.
Başına bela olan bir teröristi son derece başarılı bir operasyonla alıp Türkiye'ye getirdi.
* * *
Operasyon deyince aklımıza daha çok askeri bir harekát geliyor.
Oysa operasyonların en az bu yanı kadar istihbarat, diplomasi, koordinasyon ve işbirliği yanları önemlidir.
Türkiye bütün bu işleri tereyağından kıl çeker gibi başardı.
Benim gözümde bu operasyonu daha da önemli kılan yanı bu oldu.
Öcalan gibi bir cani kimsenin burnu kanamadan alınıp getirildi.
Askerler, MİT ve Dışişleri fevkalade önemli bir iş başardılar.
Şimdi onların konuşması beklenmez mi?
Ama dikkat ediyorum.
Olayın başından bu yana bir tek askeri yetkili çıkıp tek kelime etmedi.
Dahası gazeteci olarak bizlere tek kişi telefon edip, ‘‘Bakın ne güzel bir iş yaptık’’ diye fısıldamadı.
Biz istesek bile onlara ulaşamadık. Telefonlarımıza çıkmadılar.
MİT için de aynı şey geçerliydi.
Bir tek MİT yetkilisi bize yazılmak veya yazılmamak kaydıyla tek kelime etmedi.
Keza Dışişleri...
Belki en rahat konuşacak durumda onlardı, ama onlar da sessizliklerini korudular.
* * *
Ortada konuşan tek kişi var.
Başbakan Bülent Ecevit.
Yani hükümetin başı konuşuyor.
Operasyonun şekil yanı, demokrasinin bütün kurallarına uygun biçimde gerçekleşiyor.
Demokrasilerde ne olması gerekiyorsa, o yapılıyor.
Acaba Başbakan Ecevit mi öteki yetkililere ‘‘Siz susun, sadece ben konuşacağım’’ dedi.
Hiç sanmıyorum.
Tanıdığım Ecevit'in üslubuna hiç uygun bir şey değil.
Öyleyse?
Öyleysesi açık.
Devletin öteki yetkili kurumları kendiliklerinden bu kurala uyuyorlar.
Türkiye'de uzun yıllardan beri unuttuğumuz bir şey gerçekleşiyor.
Hükümet duruma hákim.
Ama bunu öyle gereksiz bir otorite gösterisi ile de yapmıyor.
Başbakan herkesin hakkını herkese veriyor.
Genelkurmay'ı, MİT'i, Emniyet'i bizzat ziyaret ederek, ‘‘teşekkür’’ ediyor.
* * *
Öcalan'ın yakalandığı günden bu yana, olayın ‘‘görüntüsel management’’i çok iyi götürüldü.
Şimdi sıra işin ‘‘psikolojik management’’inde.
Türkiye her şeyden önce şu sorunun cevabını vermek durumunda.
Güneydoğu'sundaki sorunu çözmek mi istiyor? Yoksa sadece geçmiş dönemin hesabını mı sormak?
Tabii bunlar birbirinden ille de kopması gereken şeyler değil.
Tam aksine, ikisinin birlikte yapılması gerekiyor.
Yani hem geçmişin hesabını sormak, hem de geleceği kurtarmak.
Geçmişin hesabı sorulurken, geleceği karartacak pürüzlerin, unutulmayacak izlerin kalmamasına özen göstermeliyiz.
İşte bunun için mutlaka adil ve kimsenin itiraz edemeyeceği bir yargılamanın yapılmasını temin etmeliyiz.
* * *
Türkiye geçmişte Şeyh Sait olayını yaşadı.
Şeyh Said asıldı.
Ama adı neredeyse bir evliya gibi geleceğe kaldı.
Buna karşılık oraya buraya sürülen başka birçok isyancının bugün esamesi bile okunmuyor.
Asılan yaşadı, asılmayan ise silinip gitti.
Türkiye isteseydi, Öcalan'ı getirirken Akdeniz üzerinde denize atıp kurtulabilirdi.
Ama bunu yapmadı. Çağdaş bir hukuk devleti gibi davrandı.
Şimdi sıra bunun sonunu aynı çağdaşlıkla getirmekte.
Paylaş