1933 yılının başında kısa boylu bir delikanlı, Fatih Askerlik Şubesi’nin kapısından içeri girdi.
Delikanlı, doğrudan kapıdaki postaya yöneldi ve azınlıklara has bir şiveyle askerlik şubesi başkanını sordu.
Posta, delikanlıya şüpheci bir şekilde baktı ve "N’apıcaksın" diye sordu.
Delikanlı, "Kendisiyle görüşeceğim" dedi.
Kendinden bu kadar emin konuşan delikanlı, onu ikna etmişti.
Posta, onu komutanın odasına götürdü.
Askerlik şubesi başkanı, babacan bir yüzbaşıydı.
Delikanlı içeri girdiğinde o, simidini yiyip çayını içiyor ve gazetesini okuyordu.
Başını kaldırıp kısa boylu, tertemiz giyimli delikanlıya baktı ve sordu:
"Ne istiyorsun?"
* * *
Delikanlı, "Komutanım..." dedi ama ondan sonra heyecanla kekelemeye başladı.
Yüzbaşı, babacan tavrıyla onu sakinleştirince konuşmasına devam etti:
"Komutanım, ben bir mağaza açmak istiyorum. Adı Şen Şapka olacak ve hanımlara şapka satacağım."
Bu defa şaşırma sırası yüzbaşıya geldi ve biraz da alaylı bir edayla sordu:
"Ne diye bana geldin. Para istemeye geldiysen, yanlış kapı çaldın. Burası askerlik şubesi, banka şubesi değil."
Delikanlı, "Şey... Yüzbaşım" diye kekelemeye devam etti.
"Ben asker olmak istiyorum. Askerliğimi tamamlamadan mağaza açamam, vatani görevimi yapmadan ticarete atılırsam yanlış olur. Ayrıca annem vaat ettiği sermayeyi vermez."
Yüzbaşı elindeki gazeteyi bırakıp kahkaha atmaya başlar.
"Kaç yaşındasın ufaklık.Pek öyle askerlik yaşında gibi görünmüyorsun."
Delikanlı bütün ciddiyetiyle cevap verir:
"Bildiğiniz gibi değil komutanım. Ben fakir bir aileden geliyorum, kendime iş kuracağım, kendi başıma tüccar olacağım, ant içtim. Şimdi elime bir fırsat geçti. Şapkacılık yeni bir iştir, hemen yapamazsam sonra çok geç olur. Başka iş de yapamam, az sermaye ile yapabileceğim tek iş şapkacılıktır. Hem göründüğüme bakmayın, 20 yaşıma yaklaştım. Bakın nüfus káğıdım da yanımda. Hem ben bedelli askerlik yapmaya kararlıyım. Sermayemin bir kısmını bedele ayırdım."
Yüzbaşı hayretle genç adamı dinler, sonra kahkahayı basarak kapıya seslenir:
"Posta... Al şu çakı gibi müstakbel askeri, kátibe götür, kendi ayağı ile geldi. Gerekeni yapsın."
Delikanlı, yüzbaşının elini öper ve postayla kátibin yanına girer.
O yılın bahar ayında Harbiye Yedek Subay Okulu’nda askerdir.
* * *
Bir an önce işine başlamak için kendi arzusuyla askerlik başvurusu yapan bu delikanlı, dün toprağa verdiğimiz Vitali Hakko’dur.
O yıllarda kadınlar şapka giymeye başlamıştır.
Genç adam, iş hayatına atılmak için bu tarihi fırsatı kaçırmak istememektedir.
Askeri gider ve dönüşte "Şen Şapka" isimli işyerini açar.
Vakko’nun hikáyesi işte böyle başlar.
Bu genç adam, daha sonra Türk modasının öncüsü olacaktır.
Ve yıllar sonra bir gün Doktor Eser Alptekin’e şunu söyleyecektir:
"Türk modacıları gerçekten bir ekol yaratmak istiyorsa, işe anneannelerinin ve babaannelerinin sandıklarını karıştırarak başlamalıdırlar."
Dün Vakko fabrikasının önünde Deniz Adanalı, onun Türkiye sevgisini şu hatırasıyla anlatacaktı:
Bay Vitali’nin yeğenlerinden biri, Güney Amerika’ya yerleşme kararı alır.
Veda etmek üzere Vitali Hakko’ya gelir.
Vitali Hakko, yeğenine, "Yolun açık olsun" der ve arkasından şunu ekler:
"Ama unutma... İnsanın sadece bir vatanı vardır..."
* * *
Üç hafta önce Paris’te Hilton Oteli’nin asansöründeydim.
Takım elbisem, bir "Vakko" poşetinin içindeydi.
Asansörde bir İtalyan aile vardı.
Ailenin erkeği, elimdeki poşete baktı ve "Oo Vakko İstanbul" dedi...
Fatih Çekirge önceki gün Hürriyet’in internet sitesinde şu soruyu soruyordu:
"Nedir vatandaş olmak?"
Sorunun cevabını bir gün İzmir’in Kordon’unda birlikte yürürken Vitali Hakko şöyle vermiş:
"Her şeyden önce bir Türkiye markası yaratmaktır..."
Vitali Bey, vatandaşlık görevini tam anlamıyla yerine getirmiş bir insandı.
Toprağı bol olsun...
(*) Bilgileri Vitali Hakko’nun "Hayatım Vakko" isimli kitabından aldım.