Paylaş
Ama önce söylemem gereken çok önemli bir şey var.
Ben ki, post-mortem (ölüm sonrası) duyguların insanıyımdır.
Ara Güler’in ölümü üzerine bir yazı yazmak için bekledim.
Behçet Necatigil’in, “Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları” dizesindeki gibi, çünkü asıl duygular bekler bazı anları...
Benim için Ara Bey’in arkasından yazılacak asıl an, Türk Ermeni Cemaati Episkoposu Sahak Maşalyan’ın onun cenazesi başında yaptığı konuşma anıydı...
Episkopos sözüne şöyle başlıyor:
“İşte bu kilise de tıklım tıklım, insan almıyor. Herkes burada Ermeni’si, Rum’u, Süryani’si, Keldani’si, Yahudi’si, Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Arnavut’u, Gürcü’sü, Laz’ı, Hemşinlisi, Boşnak’ı, tüm Türkiye mozaiği burada.
İşte devlet erkânı, konsoloslar, belediye başkanları, sanatçılar, şarkıcılar, ressamlar doldurmuşlar bu mabedi. Basın mensupları, televizyoncular, yazarlar, şairler ve din adamları, hepsi yerlerini almışlar.
Beyoğlu esnafı ve kendisini bir guru gibi gören genç fotoğrafçılar, hepsi, hepsi son saygılarını sunmak için buradalar.”
Bu cümlelerin arkasından soruyor:
“Kimdi bu Ara Güler? Ne yaptı, nasıl yaptı? Tabutunu sarmalayan bu aura nasıl bu kadar parlak olabiliyor?”
Şu kutuplaşmış ülkede...
Şu birbirine düşürülmüş vatanımızda...
Şu elleri birbirinin gırtlağına sarılmış insanların anavatanında...
Kimdi bu insan...
Nasıl oldu, ne yaptı da hepimizi o tabutun etrafında yan yana getirdi, o nefret duygularını bir ayin için olsa da sildi süpürdü...
Ben düşünüyorum... Bütün mazimle, hatalarımla, sevaplarımla düşünüyorum...
En tepemizden en alttakine kadar hepimiz bir düşünelim diyorum.
Orhan Pamuk Hürriyet Pazar’da yazdı.
Ara Bey Türkiye’nin bu halinden dolayı üzülüyormuş, mutsuzmuş...
Hadi o zaman Episkopos’un ardından biz de soralım.
Nedir o hepimizin sevgisini, saygısını kazanmış “vatandaş Ara”nın o hüznü, o üzüntüsü...
Bir düşünelim...
Belki de hepimizin üzüntüsü o...
Öyleyse hepimiz bir şeyler yapalım...
Şimdi başlıktaki soruya geliyorum.
Ara Bey’in tabutu hangi bayrağa sarılmıştı?
Bayanlar baylar, hepimizin gönlünde yer etmiş büyük sanatçı Ara Güler Bey’in, Ermeni kilisesindeki tabutu Türk bayrağına sarılmıştı...
İşte e o yüzden “Korkmayın Türk kelimesinden” diyorum...
Emin olun, göğsünüzü gere gere telaffuz edin o kelimeyi...
Çünkü o kelimeye anlamını, manasını Büyük Atatürk vermiştir...
O kelimede katiyen ırkçı bir mana yoktur.
Türk’üyle, Kürt’üyle, Ermeni’siyle, Rum’uyla, Çerkez’i Laz’ıyla omuz omuza, silah kardeşliği ile kazanılmış bir Kurtuluş Savaşı ve kurtarılmış bir vatanın bütün insanlarını ifade etmek için söylenmiş kelimedir o...
Evet bizim, Türklerin, kazanılmış bir Kurtuluş Savaşı ile geldiğimiz noktada bir “Andımız” var.
O “ant” medeniyet, gelişmişlik, hoşgörü, refah, birlikte yaşama inancı ve hürriyet andıdır...
O “ant”tan da korkmayın.
O ant sabah okullarda okutulmuş, okutulmamış hiç önemi yok...
Önemli olan o andı hiçbir zaman unutmamak, unutturmamaktır...
ARA GÜLER DİNDAR BİR İNSAN MIYDI
ARA Bey 90 yıl önce, cenazesinin kaldırıldığı o kilisede vaftiz edilmişti.
Bir Hıristiyandı.
Hıristiyandı da acaba dindar mıydı?
Tabutunun başında konuşma yapan Episkopos Sahak Maşalyan, “Eğer dindarlık Tanrı’nın yarattığı yaşamı kutlamak ve kutsamaksa, evet” diyor...
Ama arkasından bir din insanı için çok düşündürücü bir tarif yapıyor.
EĞER DİNDARLIK İNSANI KEŞFETMEKSE
Diyor ki:
“Çünkü o, bu yaşamın her kıvrımını, detayını takdir etti. Yaşam denen mucizeyi anlamaya çalıştı. Eğer dindarlık insanı keşfetmekse, insanı yüceltmekse, Tanrı’nın yarattığı tabiat ve insan kitabını incelemek, araştırmak ve takdir etmekse, pek çok kişiden daha çok dindar olduğunu söyleyebiliriz.”
DOĞRU BİLDİĞİNİ ÇOCUK GİBİ YALIN SÖYLEMEKSE
Diyor ki:
“EĞER kimseye zarar vermeden yaşamı zenginleştirmekse dindarlık, eğer saflıksa, doğru bildiğini bir çocuk gibi yalın diyebilmekse, paraya pula önem vermeden işini namusluca yapmaksa eğer, pek çoğumuzdan daha dindardı.”
Siyasetin bile inanç üzerinden tarif edildiği bir dünyada, dindarlık ve inancın ne olduğunu çok güzel anlatan cümleler değil mi bu...
“Her ne yaparsanız, onu gönülden, sanki Rab için yapın. (Koloseliler 3:23)
Bu İncil ayeti yaptıklarımıza kalbimizi koymamız gerektiği konusunda bizi uyarıyor. Bir insanın hayatının özeti onun karakteridir. Biz yaşarken bir şeyler yaparız ve yaptığımız her şey ve onu yapma şeklimiz bizi biçimler. İnsan ürettiğiyle ve ilişkileriyle var olur. Ölüm anı geldiğinde yargı anı da gelir, bir anlamda. Cenaze törenleri ölen kişinin hayatının insanlar tarafından değerlendirildiği bir çeşit mahkemeye dönüşür. Tüm cenazelerde, bizler gibi katılımcılar sessiz sedasız içlerinden bir yargılama işine koyulurlar.”
BÜTÜN DEVLET VE HALK NİYE BU TÖRENE KATILDI
“Merhumun yaşamının değeri neydi? Sahi, şu tabutta yatan merhum Ara Güler’in doksan yıllık yaşamı ne değer ifade ediyor? Ama sessiz sedasız yapmayalım bu işi. Yüksek sesle başlasın insanların dünya mahkemesi Ara Güler için.
Türkiye Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan merhum için taziye mesajı yayınladı. TBMM Başkanı Sayın Binali Yıldırım da aynı şeyi yaptı. Pek çok bakan ve devlet yetkilisi de bu kervana katıldı. Medya ve sanat camiasında üzüntüsünü ifade etmeyen neredeyse kimse kalmadı diyebiliriz. Vefatı tüm televizyon kanallarında prime time haberlerine konu oldu. Vefatının yarattığı hüzün tüm gazete manşetlerini doldurdu. Hizmetleri ve katkıları anlatılıyor her yerde, fotoğrafları tekrar tekrar gündeme geliyor, hakkındaki sohbetler ve anma programları ekranları dolduruyor. İşte bu kilise de tıklım tıklım, insan almıyor.”
SÜRYANİ’Sİ, MÜSLÜMAN’I, KELDANİ’Sİ, YAHUDİ’Sİ NEDEN HERKES BURADA
“Herkes burada Ermeni’si, Rum’u, Süryani’si, Keldani’si, Yahudi’si, Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Arnavut’u, Gürcü’sü, Laz’ı, Hemşinlisi, Boşnak’ı, tüm Türkiye mozaiği burada. İşte devlet erkanı, konsoloslar, belediye başkanları, sanatçılar, şarkıcılar, ressamlar doldurmuşlar bu mabedi. Basın mensupları, televizyoncular, yazarlar, şairler ve din adamları, hepsi yerlerini almışlar. Beyoğlu esnafı ve kendisini bir guru gibi gören genç fotoğrafçılar, hepsi, hepsi son saygılarını sunmak için buradalar. Bu vesileyle tüm misafirlerimize gönül dolusu teşekkürlerimizi sunuyoruz. Onurlandırdınız bizi ve büyük ustayı.”
BU AURA NEDEN BU KADAR PARLAK
“Biz de buradayız elbette. Kendi halkı. Cemaatimizin tüm organlarıyla, yönetim kurulları, kadın kolları, korolar, okullar, dernekler, öğretmenler ve öğrenciler, din adamları, Ruhani Meclisimiz ve yüreği yanık bir sevenler ordusu buradayız. Dua ediyoruz ve merhumun yakınlarına, sevenlerine ve tüm Türkiye’ye Patrik Genel Vekilimiz Sayın Başepiskopos Aram Ateşyan şahsında başsağlığı diliyoruz.
Kimdi bu Ara Güler? Ne yaptı, nasıl yaptı? Değeri neydi bizim için, insanlık için? Yurtiçinde ve yurtdışında nasıl böyle ünlendi? Bu kadar çok ödül, madalya ve övgü niye? Tabutunu sarmalayan bu aura nasıl bu kadar parlak olabiliyor?”
DOĞDUĞUN GÜN VE NİÇİN DOĞDUĞUNU KEŞFETTİĞİN GÜN
“Hayatın en önemli iki gününden birincisi doğduğun gündür, ikincisi ise niçin doğduğunu keşfettiğin gün (Mark Twain). Ara Güler niçin doğduğunu çok erken yaşlarda keşfeden o şanslı insanlardandı. Yaşam uğraşısını seçerken çok zaman kaybetmedi. Çocukluğunda merak sardı fotoğrafçılığa ve doğum nedeninin bu sanat olduğunu anladı ve tüm varlığıyla ona adandı. Yaşamı işi, işi yaşamı olan ender insanlardandı. Doksan yıllık ömrünün son anına kadar kamerasından ayrılmadı. O doksan yıllık bir çınardı ve bilirsiniz, çınarlar ayakta ölürler.”
BAZI İNSANLARIN ELİNDE SİHİRLİ DEĞNEK VARDIR
“Bazı insanların elinde sihirli bir değnek var gibidir. Dokundukları yerden kıvılcımlar çıkartarak güzelleştirirler dünyayı. Bazı insanlara salt var olmak yetmez, onlar ışık saçmak isterler. Hayata, ideallerine ve işlerine adanmışlıkları öylesine yanıp tutuşurcasına olur ki yangınlarından büyük aydınlıklar doğar. Elinde kamerası saatlerce uygun bir görüntü peşinden koşan bir avcıydı Ara Güler. Bir ışık ve gölge avcısı. Ara’nın yanıp tutuşmasından dünyanın nice karanlık köşesi, özellikle güzel İstanbul’umuz aydınlandı. Onun aydınlatıp kaydettiği anlar, anılar ve tarihi tanıklıklar hiç kaybolmayacak.
Bir meslek icra etti. Foto muhabirliği. Kendisi fark etmeden bu basit zanaatı bir sanata dönüştürdü. Usta, ölene kadar yaptığının bir sanat olmadığını iddia etti durdu. İşlerini ve emeğini görenler öyle düşünmüyordu. Fotoğrafları apaçık birer sanat eseriydi. Çünkü seyredenlere sanatın oluşturduğu coşkuyu ve zevki aktarıyordu. O ise fotoğraflarının sanatsal yönünden ziyade haber ve duygu aktarması, tarihe tanıklık etmesi ve insanları düşündürüp empati oluşturması yönüyle ilgileniyordu.”
AZİZ İSTANBUL’U GÖZLERİ AÇIK SEYREDİYORDU
“Bir İstanbul aşığıydı Ara Güler. Yahya Kemal’in ‘baktığı’ bütün tepelerden o da seyretmişti Aziz İstanbul’u. Orhan Veli’nin gözleri kapalı dinlediği İstanbul’u Ara Güler gözleri açık seyrediyordu. Bir bebeğin merak dolu kocaman açılmış gözleriydi onunkisi. Seyrettiği İstanbul’un gizemini yakalamaya çalıştı hep. Seyrettiklerini kaydetti ve hazinesini bir insanlık mirası olarak hepimize ve tüm zamanlara bıraktı.
O bir İstanbul aydınıydı. İyi bir eğitim almış, yabancı diller bilen ve gününün tüm aydın ve sanatçılarıyla etkin bir iletişime girmeyi becermiş hümanist bir vatan evladıydı. O bir köprü adamdı. Bir ucu Ermenilikte, ötekisi Türklükte, bir ucu Hıristiyanlıkta ötekisi Müslümanlıkta, bir ucu Türkiye’de öteki ucu dünyanın bütün ülkelerinde. Kral saraylarından gecekondu mahallelerine, oradan sanat çevrelerine akıp durdu. Hepsinin kavşağında bu çok ilginç, bu çok renkli ve kendine özgü adam, Ara Güler duruyordu. Pergel gibi geniş açmıştı ayaklarından birini dünyanın bütün ufuklarına doğru. Ama bir ayağı hep vatanında perçinlenmişti, İstanbul’da, Beyoğlu’nda. Bu toprakların güler yüzlü sentezi oldu. Büyük adamların sofrası ona hep açıktı. Ama gönlünü celbeden küçük insanların muhteşem dünyasıydı. O dünyayı kaydetmek, taşımak ve gözümüze sokmak istedi. Bütün tarih küçük insanların yaşamının toplamıdır, bütün evrenin atomların toplamı olduğu gibi. Ara Güler bunu çok erken anlamıştı. Önemsiz gibi gözüken enstantaneleri yakaladığında bir tarih yazarı olduğunu düşünüyordu. Bir fotoğraf kamerasının objektifinden tarafsızca kaydedilmiş bir tarih parçasıydı her fotoğrafı.”
EĞRİ BİR İNSANDAN DOĞRU HAYAT ÇIKMAZ
“Ara Güler’in insanlığına gelince. Eğri bir cetvelle düz bir çizgi çizemezsiniz. Eğri bir insandan da doğru bir hayat çıkmaz. Sadece doğru insanların becerebileceği bir şeydir doğru yaşamak. Ara Güler doğru adamdı. Bu yüzden doğru yaşadı, dolu dolu yaşadı. Başarılarla ve dostluklarla taçlanmış, uzun, sağlıklı ve mutlu bir ömür, doğruluğunun mükafatı oldu.
Ad ve soyadlarının insan psikolojisine ve yazgısına bir etkisi var mıdır, bilmiyorum. Ama eğer varsa, ARA GÜLER’in adındaki şifreler harekete geçerek ömrünün ‘ara’makla ve ‘güler’ek geçmesine sebep olmuş gözüküyor. Onu tanıyanlar araştırmacı tabiatının derinliklerinde gömülü gülmesini ve güldürmesini seven neşeli bir mizah ustası olduğuna tanıklık edeceklerdir.”
İNSANIN ANLADIĞINI YÜZÜNDEKİ TEBESSÜMDEN ANLARSINIZ
“Aristo ders anlatırken, birden durur ve bir öğrencisine sorar. ‘Anladın mı?’ ‘Anladım efendim’ der öğrenci. ‘Evet ama suratında anladığına dair hiçbir ifade görmüyorum’ der filozof öğrencisine. ‘Peki, anladığımı gösteren ifade ne olmalı suratımda?’ ‘Tebessüm’ der Aristo öğrencisine ve ekler. ‘Anlayan, gülümser.’ Bizim usta da çoktan anlamıştı hayatın daha çok bir sirke benzediğini. Oyun üstüne oyun ve ihtişamlı palyaçolar her yerde. Onun için gülüyordu ve güldürüyordu bol miktarda. O kadar çok şey görmüştü ki gözleri, yaşam onu bir bilgeye dönüştürmüştü çoktan.”
ARA GÜLER DİNDAR BİR İNSAN MIYDI
“Peki, Ara Güler dindar mıydı?
Günümüzün en büyük sorunlarından biri insanların dinleriyle yoğun bir şekilde meşgul olurken dinlerinin özünü yitirmeleridir. Dinin özü iyi kalpli ve ahlaklı insanı oluşturmaktır. Dinin özü Tanrıyı ararken insan kardeşini kaybetmemek, tam tersine onu kendin gibi sevmeyi öğrenmektir. Ara Güler doksan yıl önce bu kilisede vaftiz olmuştu. Cenazesinin de bu sevdiği kiliseden kalkmasını vasiyet etmişti. Çocukluğundan beri ziyaret ettiği bu kilisede keskin bakışları ve ince zekasıyla mensup olduğu dinin özünü kavramıştı ve teferruata dalmadan onun felsefesini özümsemişti. Sevgi. Tanrı’yı tüm kalbinle, aklınla ve tüm gücünle sevmek ve komşunu kendin gibi sevmek. Sana ne yapılmasını istiyorsan başkasına onu yapmak. O bunları yaşadı.”
EVET O DİNDAR BİR İNSANDI, ÇÜNKÜ...
“Ara Güler dindar mıydı? Eğer dindarlık Tanrı’nın yarattığı yaşamı kutlamak ve kutsamaksa, evet.
Çünkü o, bu yaşamın her kıvrımını, detayını takdir etti. Yaşam denen mucizeyi anlamaya çalıştı. Eğer dindarlık insanı keşfetmekse, insanı yüceltmekse, Tanrının yarattığı tabiat ve insan kitabını incelemek, araştırmak ve takdir etmekse, pek çok kişiden daha çok dindar olduğunu söyleyebiliriz.
Eğer kimseye zarar vermeden yaşamı zenginleştirmekse dindarlık, eğer saflıksa, doğru bildiğini bir çocuk gibi yalın diyebilmekse, paraya pula önem vermeden işini namusluca yapmaksa eğer, pek çoğumuzdan daha dindardı.”
ÖLÜM İNSANIN YAŞAYACAĞI EN MUHTEŞEM MACERADIR
“‘Ölüm’ der Albert Camus, ‘Ölüm bir insanın yaşayacağı en muhteşem maceradır.’ Ara Güler’in de en muhteşem macerası başlıyor şimdi. Sonsuzluğa uğurluyoruz onu. Severdi macerayı. Mesleğiydi macera. Balta girmemiş ormanlara girdi, çıktı. Uçurumlarını seyretti bu harika dünyanın. Çöllerde de gezdi, sonsuz okyanuslarda da. Antik şehirler keşfetti. Şimdi ölüm denen o siyah gizemin ardında ne olduğunu keşfedecek. Ne kadar isterdi fotoğraf makinasını yanında götürebilmeyi öte tarafa. Ne güzel olurdu cennet çiçeklerini çekip bize gönderebilseydi. Bulutsuz gülebilen mutlu ve ölümsüz ruhlar neye benzerler, acaba? Onların ateş arabaları nasıl uçar? Meleklerin kanatlarındaki pırıltılar ne kadar göz alıcıdır, kim bilir? Oralarda da fotoğraflanacak İstanbul gibi güzel şehirler vardır mutlaka. Ne zannediyorsunuz, sadece bu gezegende mi hayat var? Tanrı’nın yaratabileceği en güzel dünyanın bu olduğunu mu sanıyorsunuz? Mukaddes İncilimizde müjdelenmiştir. ‘Gözün görmediği, kulağın işitmediği harikalar, Tanrı’nın kendisini sevenler için hazırladığı güzellikler’ iyi insanları bekliyor. Ustayı bekliyor.”
GÜLE GÜLE VARBET, SEVGİ ADAMI ARA GÜLER
“Güle güle git, varbet, sevgi adamı Ara Güler. Biz buradayız, hepimiz. Dostların, seni yakından tanıyan, tanımayan herkes. Yüzümüzü sana dönük, eğiliyoruz büyük emeğinin önünde. Tüm bir ülke selamlıyoruz seni. Minnettarlığımızı sunuyoruz bize bıraktığın insanlık mirası için. Yaşamın boşa geçmedi. Güzelleştik, aydınlandık seninle. Allah rahmet eylesin. Nurlar içinde uyu.”
Episkopos Sahak Maşalyan
20 Ekim 2018, Beyoğlu Üç Horan Kilisesi
Paylaş