HAYATINIZDA hiç şöyle bir şeyle karşılaştınız mı?Akşam evinize geliyorsunuz, kapınızın anahtarını çıkarıp, deliğine sokuyorsunuz.
Çevirip geri çektiğinizde, dehşet içinde kalıyorsunuz.
Anahtarınız, kan içinde kalmıştır.
Anahtar deliğinden kan sızmaktadır.
Düşünün, üstelik kadınsınız.
Allah aşkına hiç başınıza böyle bir şey geldi mi?
Geçtiğimiz günlerde geldi.
Hem de bütün Türkiye’nin tanıdığı genç bir kadının başına.
* * *
Bu olayı, önceki akşam Türker İnanoğlu Merkezi’nde düzenlenen Güldünya* konserinden sonra öğrendim.
Sanatçılarla kuliste sohbet ediyorduk.
Rojin’le orada karşılaştık.
Geçenlerde bir akşam CNNTürk’te Reha Muhtar’ın programında seyretmiştim ve konuşmaları bana çok sempatik gelmişti.
Yakından tanıyınca, daha da sempatik olduğunu gördüm.
Neşeli, eğlenceli, kıpır kıpır bir Kürt kadını.
Bizi TRT Şeş’e davet etti.
Orada yaptığı programlardan çok memnun.
Ama örgütten ve yandaşlarından çok tehdit alıyormuş.
O nedenle koruma vermişler.
Geçenlerde gece evinin kapısını açarken dehşet içinde kalmış.
Çünkü anahtar deliğinden kan gelmiş.
Merak ediyorum, hangi vicdansız ruh bir kadına böyle mesaj verecek kadar alçaklaşabilir?
PKK’lılar mı?
Hadi onlara sesleneyim.
Arkadaş, hangi "kutsal dava"yasığdı böyle bir vicdansızlık...
Yoksa gezdiğin dağların adabı bu mu...
Ne yapıyor bu kadın?
Göğsünü gere gere Kürtçe şarkı söylüyor, program yapıyor.
Tek arzusu, "Bu kan dursun".
O da çok iyi biliyor ki, bundan, sadece bu kandan beslenenler var.
Tek gıdaları kavga, vuruşmak.
Ama vuruşanlardan biri, yalnız bir kadının anahtar deliğine kanlı mesaj bırakacak kadar pespayeleşmişse, buna vuruşmak da denmez.
Vuruşmak, savaşmak, dövüşmek...
Bu kelimelerin yine de mert bir tarafı kalmıştır, kalmalıdır.
Hiç olmazsa iki taraflıdır.
Ötekisi ise kalleş bir pusu.
Ancak korkak ve alçak bir erkeğin kurabileceği kadar alçak bir pusu...
Belli ki o ruh, anahtar deliğinden geçecek kadar küçülmüş, alçalmış.
* * *
Hep diyorum ya, "Kadınlar daha cesurdur".
"Güldünya" konserinde bir kere daha anladım.
Yıllar önce Sezen Aksu, Kürt, Süryani, Ermeni koroları eşliğinde şarkı söylerken anlamıştım.
Önceki akşam, o müthiş Karadeniz şarkısını söylerken ikinci, üçüncü, beşinci defa yine anladım.
Ajda Pekkan, Aynur’la birlikte Kürtçe düet yaparken yine anladım.
İnsan nasıl "diva" olurmuş, nasıl yıllar boyu "diva" kalırmış.
O divalık sadece Allah vergisi bir hançere değilmiş.
Bir de o kadar yürek gerekirmiş.
Aynur tek başına "Kumrike"yi söylerken de anladım.
Geceye katılan o gencecik güzel kız Aylin Aslım’ın, Sezen’i hayran bırakan bestesini dinlerken anladım.
Cesaretin de yaşı yokmuş...
Funda Arar, Şevval Sam’la, beni mahveden Rumeli türküsünü acayip bir coşkuyla söylerken, anlamak da ne, ta şuramda hissettim ki, kadın hem güzeldir hem cesur.
Şebnem Ferah, "Masum değiliz, hiçbirimiz"imuhteşem bir yorumla okurken, ister istemez korkak erkekleri de düşündüm.
* * *
Önceki akşam TİM’de tarihi bir gece yaşandı.
Türkiye’nin güzel ve cesur kadınları şarkılar söylediler.
Anadolu’nun her tarafından, Türkçe, Kürtçe, Lazca şarkılar söylediler.
Ve bu şarkılar, logosunda "Türkiye Türklerindir" yazan bir gazetenin gecesinde söylendi.
Şimdi anladınız mı, logodaki o "Türk" kelimesinin etnik bir aidiyeti temsil etmediğini, tam aksine kollarını, şu Anadolu gökyüzünün altında yaşayan herkese alabildiğine açıp kucakladığını...
(*) Güldünya projesinin fikri, Hürriyet Kurumsal İletişim’in başındaki Temuçin Tüzecan’a aittir. İnsan Hakları Treni de onun projesiydi.Her ikisi de çok başarılı projeler oldu. Temuçin ve ekibini gönülden kutluyorum.