Ahmet Hakan'ın görmediği bölüm

BEN 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

Haberin Devamı

O dönemlerde dahi, şu sözleri hiçbir hukukçunun ağzından işitmedim:

“Demokrasi ve hukuk devleti açısından resmi iyi okumak zorunludur.

Bu uygulamayla birlikte özel görevli savcılar ve özel görevli mahkemeler yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin üzerine, olağanüstü güçler edinmiş, ‘dördüncü kuvvet’ olarak yerleşmiştir.

Yasama, yürütme ve yargının üzerinde yeni bir güç oluştuğuna göre, artık bu andan itibaren toplumdaki hiç kimsenin temel haklarının güvencesi kalmamıştır.”

Evet iddia ediyorum.

İnsanların hapislere tıkıldığı, idam edildiği o karanlık günlerde bile, Devlet Güvenlik Mahkemeleri için bu kadar ağır bir itham yapılmadı.

* * *

Bu metni kaleme alan kişi herhangi biri değil.

Muhalif bir yazar veya bir siyasi parti üyesi de değil.

Ankara Barosu Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu.

Sakın elinize boya fırçasını alıp “ulusalcı” falan diye boyamaya kalkmayın.

O boya tutmaz.

Eski politikacılardan Turan Feyzioğlu’nun torunudur.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanlığı yapmıştır. Aynı fakültenin halen Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Başkanı’dır.

Gerçek bir özgürlükçü aydındır.

Ahmet Hakan’ın deyişiyle, “Laikçi değil, laiktir; ezberci değil, ezber bozandır...”

Bu sözleri Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un özel yetkili mahkeme tarafından tutuklanmasına tepki olarak söylüyor.

Bu düşünceleri pazar günü, şu adreslere açık bir mektup olarak gönderildi:

(*) Cumhurbaşkanı’na, TBMM Başkanı’na, Bakanlar Kurulu üyelerine, Anayasa’nın 148’inci maddesinde sayılan yargısal organların ilgili mensuplarına...

Dün Ahmet Hakan köşesinde bu açıklamaya yer vermiş, ama bence en önemli bölümü koymamış.

* * *

YAKIN TARİH Bu ülkede 2 açık darbe ve çeşitli ararejimleri yaşamış bir insan olarak diyorum ki:

Bu açık mektubu arşivinizde bir yere koyun.

Çünkü bir gün bu metinleri hatırlayacağız.

Demokrasilerde “dördüncü kuvvet” denince özgür basın akla gelirdi.

Şimdi ülkenin yönetimi yeni bir “dördüncü kuvvetle”, onun emrindeki bir “beşinci kola” kaldı. 

ŞUNU DA UNUTMAYIN Bir ülkede, özet yetkili mahkemelerin içeriye tıktığı insanlar, dışarıda olanlardan daha rahatça göğsünü gere gere dolaşmaya başlamışsa...

Bilin ki, dışarıdakiler bir gün mutlaka üzerlerindeki bu kiri pası temizlemeye çalışacaktır.

BİR TARAFTA CEVDET SUNAY ÖTEKİ TARAFTA EMILE ZOLA

GEÇEN haftanın beni en düşündüren yazısını Reha Muhtar yazdı.

Pazar günkü yazısının başlığı şöyleydi:

“Türkiye’yi korku yönetiyor”.

Başlığa bakıp, “Ne var bunda, herkesin bildiği bir şeyin tescilinden başka bir şey değil” diyebilirsiniz.

Hayır öyle değil.

Çünkü Muhtar bugün artık sadece muhalefette olanların değil, iktidar yanlılarının da korkmaya başladıklarını söylüyor.

Çünkü onlarda da “Bu iktidar değişirse bizden fena hesap sorarlar” korkusu başladı diyor.

İNSAN YILMAZ’IN YAZDIĞINI OKUYUNCA

Korkmakta haklılar mı?

Gelin Türkiye’de yargının haline bir bakalım. Size bazı okuma notları.

BİR Yılmaz Özdil’in geçen pazar günkü yazısı...

Telefonu bile doğru dürüst dinleyemeyen, “Beldes” kelimesini “beleş” diye yorumlayıp belediye başkanlarını gözaltına alan...

İngiltere’de aynı isimde başka birini dinleyip, Türkiye’deki bir futbol kulübünün üyesi olarak gözaltına alan polisler, buna dayanarak iddianame yazan savcılar...

İsim benzerliğinden onlarca insanın canını yakan...

Şevval Sam’a konser verdiren belediye yetkilisini içeri alan, 50 kilometre ötede Mustafa Ceceli’ye konserine sesini çıkarmayan özel yetkili savcılar...

Her biri, lime lime dökülen, özensiz, çoğu kişisel kanaatlere, geyik sohbeti niteliğindeki telefon konuşmalarına, sahteliği otuz kere ispatlanmış belgelere dayalı, bir zamanların parti kapatma iddianamelerinden beter iddianameler...

Evet, memleketimizde “iddia makamının” durumu budur.

HUKUK DERSİ GİBİ SAVUNMA

ÖBÜR TARAFTA İSE Yıllardır içeride süründürülen insanların hazırladıkları savunmalar.

Bkz.: Soner Yalçın, Ahmet Şık, Nedim Şener, Mustafa Balbay ve ötekiler...

Titiz, ayrıntılı, belgeli, özenle kaleme alınmış, bir sayfayla iki sayfa sonrası arasında taban tabana zıt tutarsızlıkları olmayan, hukukun mantığını ayna gibi yansıtan savunmalar.

Bir tarafta neredeyse Cevdet Sunay, Yıldırım Akbulut fıkralarına konu olacak gülünç haller...

Öteki tarafta giderek Zola’nın “İtham ediyorum” manifestosuna dönüşen, tarihe bırakılmış notlar...

Birazcık mantığa, birazcık adalet duygusuna sahip...

Biraz da yakın tarihi bilen biri olsanız...

Ve bu iddianamelerin kuryeliğini, muhafızlığını, silahşorluğunu yapmış biri olsanız, siz de korkmaz mısınız?

Korkarsınız.

Ama korkmayanlar da çıkar..

Mesela; 27 Mayıs darbesini yapanlar kendilerini hiç gitmeyecekmiş sanıyordu...

Mesela; 12 Mart’ta o çocukları asanlar da...

Mesela; 12 Eylül’ün muktedir komutanları da...

Korkmuyorlardı çünkü “tarihin sonunun geldiğine inanıyorlardı...”

O güç sarhoşluğu içinde, tarihin hesap sorma döneminin açıldığını fark etmemişlerdi.

Yazarın Tüm Yazıları