İZMİR’de yapılan mitinge kaç kişi katıldı? Hürriyet dahil dünkü gazetelerin çoğu, bunu 1.5 milyon kişi olarak verdi.
Bu rakamı kim verdi diye merak ettim.
Bazı gazetelerde "polis kaynakları" gösteriliyordu.
Başka bazı gazetelerde ise hiç kaynak belirtilmiyordu.
Benim tahminim de, buna yakın bir kalabalık vardı.
Ancak dünkü Herald Tribune Gazetesi’ni okurken ilginç bir ayrıntı dikkatimi çekti.
Gazetenin birinci sayfasındaki manşet fotoğrafı İzmir’deki mitingdi.
Altındaki yazı ise şöyleydi:
"Türkiye’de laikliğe destek için kırmızı bayrak denizi."
Üçüncü sayfada ise yine mitingden bir fotoğraf ve bir haber vardı.
* * *
İşte bu haberin bir yerinde, "askeri bir yetkiliden" söz ediliyor.
"Konuşma hakkı olmadığı için adını açıklamayan" bu yetkili, mitinge katılan insan sayısının 1.5 milyon olduğunu söylüyor.
Kafama bazı sorular takıldı.
Haberi geçen Associated Press’in muhabiri, askeri yetkiliye nasıl ulaştı?
Yoksa askeri yetkili mi ona ulaştı?
Askeri yetkilinin verdiği rakam, genel bir tahmini mi yansıtıyordu?
Yoksa "özel bir istihbaratı" mı?
Benim yorumum şu:
Demek ki askerler, mitingleri çok yakından ve katılan sayısını hesaplayacak kadar istihbari donanımla izliyorlar.
İşte bu yüzden şunu düşünüyorum:
Madem bu kalabalıklar konusunda böyle istihbari bilgilere sahiptiler, o bildiriye ne gerek vardı?
Sivil toplumun gayet güzel rayına oturttuğu bu "siyasi güç dengesini" bozmak yararlı mı oldu?
Bu soruları soruyorum; çünkü önceki günden beri İstanbul’da yapılan Uluslararası Basın Enstitüsü kongresinde, gazetecilerden gelen eleştirileri cevaplamaya çalışıyorum.
Birçok gazetecinin gözünde, mitinglerin önem ve ağırlığı gitmiş, yerine askerin ağırlığı gelmiş.
Ben de elimden geldiğince "Türkiye’nin özel ve farklı" durumunu anlatmaya çalışıyorum.
Bir gazeteci için askerleri savunmak kolay iş değildir.
Allah’tan katıldığım panelde yanımdaki insanlar da Türkiye’yi çok yakından tanıyan kişilerdi.
Benim dışımda Prof. İlber Ortaylı, "Atatürk" kitabının yazarı Andrew Mango ve Göttingen Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Bassam Tibi de benimkine yakın şeyler söylediler.
* * *
Yine de önemli bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim.
Oturumu Los Angeles Times Gazetesi’nin editörü Douglas Frantz yönetiyordu.
Frantz’ın başı, gazetenin Ermeni okurlarıyla dertte.
Çünkü bir Ermeni’nin yazısını yayınlamayı reddetti ve o nedenle kendisine karşı kampanya yürütülüyor.
Türkiye’yi bu kadar iyi tanıyan bir gazeteci olmasına rağmen o bile, son askeri bildiriyi tasvip etmiyor.
* * *
Geçtiğimiz günlerde bir dergi, Genelkurmay’ın "akreditasyon" raporlarını yayınladı.
Orada beni "askere en yakın gazetecilerden biri" olarak takdim ettiler.
Adımın bu şekilde lanse edilmesinden dolayı zerre kadar rahatsız olmadım.
"Demokrat bir insan olmak için" ille de askere düşman olmak gerektiğini düşünen sözde aydınlardan biri de değilim.
Türk askerinin çeşitli alanlardaki başarılarını, iş disiplinini takdir ediyorum.
"Hürriyet’in birinci sayfasına kötü görünümlü, üniforması düzgün olmayan asker fotoğrafı koyulmaması" talimatını ben verdim.
Genelkurmay hálá, bir Hürriyet muhabirinin çektiği SAS, SAT komandolarının fotoğraflarını kullanıyor.
Ama aynı ben, bugün hálá o bildiriye ne gerek vardı diye soruyorum.
Ülkede siviller bu kadar güçlü bir irade ve sesle işi ele almışken, fotoğrafı bozmak kime yarar sağladı?
Pazar günü karşılaştığım sorulardan sonra bunu yazma ihtiyacı hissettim.