Paylaş
Bu yazı aynı zamanda yazı yazmadan geçen 4 gün boyunca yaptığım bir meditasyonun özeti olacak.
*
1963 yılında genç bir adam gece evinin banyosuna girdi, ışığı kapattı, sonra küvetin musluğunu açtı ve bir süre suyun sesini dinledi.
Gitarını eline aldı ve iki saat boyunca aynı melodiyi devamlı çaldı.
Dünya müzik tarihinin en önemli şarkılarından biri olan “Sound of Silence” işte böyle yazıldı...
21 yaşında genç bir adamın kendi iç sessizliğini dinleyerek...
*
Bu gencin adı Paul Simon’dı...
Dünya müzik tarihine “Simon and Garfunkel” olarak geçen ikilinin bir üyesiydi...
Dönemin en parlak müzik yapımcılarından biri olan Tom Wilson bu şarkıyı fark etti.
Tom Wilson, müzikte Amerikan karşı kültür hareketinin kapılarını açan bazı şarkılarının yapımcısıydı.
Mesela Byrds’ün “Turn, Turn, Turn” ve “Mr. Tambourine Man” şarkılarını yapmıştı.
Ve bir yıl sonra müzik tarihinin belki de en etkili şarkısı olan Bob Dylan’ın “Like A Rolling Stone”unu yapmaya hazırlanıyordu.
Şarkı 1964 yılının mart ayında kaydedildi.
19 Ekim 1964 günü “Wednesday Morning, 3 A.M.” adıyla yayınlandı.
Sonuç tam bir fiyaskoydu...
Albüm sadece 3 bin tane sattı.
Başarısızlığa uğrayan ikili ayrıldı.
Paul Simon Londra’ya döndü.
Art Garfunkel ise üniversite eğitimini tamamlamak üzere Columbia Üniversitesi’ne döndü...
Şarkı da unutuldu...
1965 yılının ortalarında Boston’da bir radyo DJ’i bu şarkıyı bir gece yarısı çaldı.
Şarkı bir anda Harvard ve TUFF üniversitelerinin öğrencileri arasında patladı...
Salgın oradan Florida eyaletine geçti ve orada okul tatilini geçiren üniversite öğrencilerinin gece şarkısı olarak Amerika’ya yayıldı...
*
Bunun üzerine şarkının yapımcısı Tom Wilson sadece gitarlarla akustik olarak kaydedilen şarkıyı yeniden miksledi.
Bob Dylan’ı akustik folk müzikten rock müziğine geçiren kişiydi.
Aynı şeyi onlara da yaptı ve şarkıya elektro gitarları, bas ve davulu ekledi.
Şarkı bir anda Amerikan listelerinde 1 numaraya çıktı.
“Sessizliğin sesini dinleme” kavramı 60’lı kuşakların ve sonrasının zihin haritasına bu şarkı ile girdi.
*
Paul Simon, bu şarkıyı yazdığında dünya büyük bir değişimin eşiğindeydi.
Kennedy öldürülmüştü.
Beat generation yazarlarının yarattığı kültür bütün dünyayı etkilemeye başlamıştı.
Ve dünyanın düşünce paradigmasını değiştirecek olan 1968 Mayıs hareketlerinin işaretleri ufukta görünmüştü.
*
Büyük sinema yönetmeni Mike Nichols 1967 yılında bu ikiliyi keşfetti ve onların “Sound of Silence” ve “Mrs. Robinson” şarkılarını, bizim neslimizin davranış psikolojisini derinden sarsacak olan filminde kullandı.
“Graduate” (Mezuniyet) filmiyle birlikte bu şarkı dünya kültür tarihine girdi.
Bugün “Amerikan kültür mirasının” bir parçası olarak Kongre Kütüphanesi’nde tescillidir.
Sessizliğin sesini dinlemek, dünyanın kaybettiği güzel duyguları geri getirecek yolu açabilir mi...
İnsanoğlu 1960’lı yıllarda ilk defa “sessizliğin sesi”ni dinlediğinde, düşünce paradigmalarını altüst eden yeni bir dönem başlamıştı.
Onu izleyen 20 yıl dünyada yeni felsefe akımlarının, yeni edebiyatların, bilimde yeni atılımların, Ay’a gidişlerin, kadın-erkek ilişkilerinde köklü değişikliklerin oluştuğu, Vietnam Savaşı’nı bitirecek bir barış ve özgürlük 20 yılı başlamıştı.
*
Bayram boyunca hep merak ettim.
Acaba bu ikinci “sessizliği dinleme” döneminde de bir şeyler değişecek mi...
Mesela yaşadığımız dünyaya karşı daha sorumlu davranacak mıyız?
Küresel ısınma sorunlarına çare bulacak mıyız...
Kadına karşı şiddeti tamamen ortadan kaldıracak bir zihniyet gelecek mi...
Düşünce özgürlükleri tıpkı o dönemdeki gibi yeniden çiçekler gibi açılacak mı...
İnsan hakları, hayvan hakları bu yüzyıla yakışan bir düzeye gelecek mi...
*
“Sound of Silence” bugün hâlâ dinlenen, filmlerde kullanılan harika bir şarkıdır.
Sadece Spotify’da 281 milyon kere indirilmesi, onun mesajının nesilden nesile aktarıldığını gösteriyor.
Ama burada çok ilginç bir ayrıntı var...
Şarkının bugün dinlenen versiyonu, o yıllarda onu 1 numara yapan elektro gitar ve davullarla çalınan yeni versiyonu değil, çıktığı gün kimsenin almadığı o akustik versiyonu...
Çünkü o çok daha insani ve yumuşak bir şarkı...
*
Demek ki bu ikinci “sessizlik” döneminde, sessizliğin daha yumuşak, daha insani bir versiyonunu dinlemeyi tercih ediyoruz.
*
Dikkat edin, kavram “Sessizliği dinlemek” değil...
Sessizliğin sesini dinlemekten söz ediyoruz.
Yani tabiatın, çevrenin bize anlatacağı hikâyeyi dinlemeyi bekliyoruz.
Sessizliğin sesini dinlemek bir meditasyondur...
Koronavirüs bize küresel bir meditasyon imkânı sağladı...
*
İnançların giderek itibar kaybettiği şu yüzyılda bize belki de en güçlü imanın ve inancın yolunu açacak olan şey budur.
Bu kakofoni, insanın yarattığı bu gürültü kesildiğinde, sessizliğin sesini dinlemek bize Tanrı’nın gerçek sesini de duyurabilir.
Yani onun yarattığı dünyanın sesini... Vicdanın, adalet duygusunun, merhametin bize haykırıp da bir türlü işitemediğimiz hoş sedasını...
İşte onları duyurabilir bize belki...
*
O büyük ses evde kaldığımız günlerde bize epey şeyler anlattı...
Tabiata karşı sorumsuzluğumuzun yol açtığı zararları, kibrin yok ettiği vicdanı, savaşlar karşısındaki vurdumduymazlığımızın insanlığa maliyetini ve gelecek nesillere bırakacağımız şu dünyanın feci halini...
Bu sesi aramızdan ne kadar çoğumuz işitebildiyse...
Çocuklarımız için o kadar umut var demektir.
Paylaş