Paylaş
1970’ler ve 80’ler “Yeter ki üret ama ne üretirsen üret” dönemiydi.
90’lara gelindiğinde karşımıza “kalite” kavramı çıktı.
2000’li yıllarla birlikte hem “kaliteli üret” hem de “markana yatırım yap” dönemi başladı.
Şimdilerde ise “hem kaliteli üret” hem “markana yatırım yap” hem de “itibarını da yönet” dönemini yaşıyoruz. Bunu da iletişimi doğru yöneterek başarabiliriz.
Daha önce de yazmıştık. İletişim yönetiminin üç ana ekseni vardır:
1- Popülariteyi yönet. Yani gündemi şekillendirme kuralını uygulama.
2- Sosyal paydaşlık yaklaşımı sergile. Yani camiana, sektörüne yön veren olma.
3- Bir menkıbe (hikaye) yaratma. Yani hedef kitleler nezdinde itibarın tesis edilmesi ve yönetilmesi.
Peki negatif mesajlarla iletişim yönetimi yapılır mı, örneğin gerginlik üzerinden siyaset yapan liderlerin ve temsil ettikleri siyasi ideolojilerin itibarı kalıcı olur mu?
Elbette hayır.
Ama son günlerde liderlerin söylemlerine bakınca sanki durum böyle değil.
Seçimler arifesindeyiz ya. Bu nedenle liderlerin sokak kavgalarında bile ağza alınmayacak hakaretlerle birbirlerine hitap ettiğini işittiğimiz bir dönemini yaşıyoruz.
Sayın Başbakan ile muhalefet liderleri arasındaki atışmaları dehşet ile izliyoruz hepimiz. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca siyasiler arasında hiç bu son dönemdeki kadar karşılıklı hakaret davası açılmamıştı.
Hadi iktidar “yaptıklarım, yapacaklarımın göstergesidir” mantığı ile rahat davranıp, muhalefeti de çatışma içine çekerek, onların seçmen nezdindeki algısını aşağıya çekmek istiyor olabilir. O halde muhalefet neden böyle yapıyor?
Negatif mesajlar ve gerginlik üzerine hamasetle siyaset üretilir mi?
Halkın gündeminin farkında değil mi bu liderler?
Bilmiyorlarsa hatırlatalım. İşsizlik, yoksulluk, geçim derdi, pahalılık vs…
Bir de ülkenin çözüm bekleyen temel sorunları var; AB’ye uyum, Kürt meselesi, Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi, insan hakları, demokratikleşme vb gibi…
Seçimlere 4,5 ay kaldı.
Hadi iktidar, iktidar olmanın gücünü kullanıyor. Muhalefet mevcut sorunların çözümüne yönelik seçmene umut aşılayacak ne vaat ediyor?
Sadece, “neyin nasıl olamayacağını” anlatmakla yetinmek doğru değildir. “Muhalefet partileri seçim anketleri dışında bugüne kadar hiç algı araştırması yaptırdı mı?” diye çok merak ediyorum.
Zaten yaptırmış olsalardı hepsinin birer stratejik yol haritaları olur, hamasi tartışmalarla gündemi işgal etmez, halka heyecan veren projeler sunar, iktidarı da köşeye sıkıştırırlardı…
Şimdilerde tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de pek çok kurum “Nasıl itibar sahibi olabileceklerini”, “İtibarlarını nasıl koruyabileceklerini” düşünüyor. Bu konularda arayış içine giriyor.
Görünen o ki siyaset dışındaki pek çok kurum “toplumsal sorumluluk”, “yatırımcısına değer yaratma”, “finansal sağlamlık”, “çalışan memnuniyeti”, “müşteri memnuniyeti” ve “yeni ürün geliştirme” gibi algıyı şekillendiren pek çok kriterin her birinde kendilerini geliştirmek için çabalar sarf ediyor. Bu uğurda milyonlarca lira para harcıyorlar.
Peki, iktidar da dahil olmak üzere itibar tesisi için siyaset kurumu ne yapıyor?
Hiç…
NOT: Gelecek yazıda “itibar nasıl yönetilir” konusunu ele alacağız…
Ertan Acar’ı Hürriyet Benim Sayfam veya http://www.facebook.com/ertanacar001 ya da http://www.twitter.com/ertanacar’dan takip edebilirsiniz...
Paylaş