Paylaş
Filmin senaryo yazarı da, yönetmeni de Zülfü Livaneli. Bir film “izlenmeden önce” değerlendirilebilir mi? Livaneli’ye göre bu, sanata da sanatçıya da saygısızlık, üstelik “azarlanacak” bir durum. Bir televizyonda yayınlanan “söyleşme”den çıkardım bu yargıyı. Güler güzlü sunucu “hanım” filmin eleştirilmesi üzerine soruyor: “Ne dersiniz?” Livaneli soruyu soruyla karşılıyor: “Filmi seyrettiniz mi?” Yanıt: “Vaktim olmadı.”
Sayın Zülfü Livaneli’nin karşılık sözleri bir hayli ilginç: “Benim yurtdışında kitaplarım çıktığı zaman, filmlerim çıktığı zaman benimle röportaj yapılacağında çok uzun uzun çalışıyorlar da bana ne sorular soruyorlar.”
Şimdi ben de aynı “yetersizlik” içine düşmüş durumdayım. Çünkü, Livaneli konusunda “çok uzun uzun” çalışma yapmış değilim. Üstelik filmi de görmedim.
LİVANELİ’DEN ÇIKTIM YOLA
Sayın Livaneli iki şeyi birbirine karıştırıyor olmalı. Söz konusu olan Livaneli’nin “çok değerli” bir kişi olup olmadığı değil, senaryosunu yazıp yönettiği ve halkın izlemesine sunduğu “Veda” adlı film. Ve bu film, bir aşk ya da serüven filmi değil. Film, halkını ulus olma bilincine inandırarak sürdürdüğü bir bağımsızlık kavgasının sonunda gerçekleşen “Cumhuriyet” düzeninde, bu kez o ulusun yapı taşlarını çağdaş uygarlık değerlerine oturtmuş bir devrimci üzerine. Ve o Mustafa Kemal, o Atatürk.
Livaneli’nin “çok değerli” oluşu, onun sunuşundan yola çıkıp Mustafa Kemal Atatürk’ü anlayıp kavrayışımızın güvencesi olabilir mi? Şöyle diyelim mi: “Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı, eserinde.”
YALAN VE GERÇEK
Suçluyor Livaneli: “Yalan söylüyorlar. Ben yalandan nefret ederim.”
Conkbayırı’nda Mustafa Kemal’in süngü hücumuna en önde katılıp silahını çekip düşman askerini vurması... Zübeyde Hanım’ın başını örtmeden sokağa çıkması... Arkadaşlarıyla yemekteyken Fikriye’yle, başörtüsünü çıkartmasını isteyip de ardından karşılıklı rakı içmeleri... 1923’te daha latin harfler yürürlükte değilken, Fikriye’nin bindiği arabanın plakasının latin harflerinden oluşması...
Peki, filmdeki şu birkaç örneğin “gerçek dışı” olmalarına ne diyeceğiz şimdi?
Zülfü Livaneli, izleyenlerin döktüğü “gözyaşları”nı tanık gösterip gerçek bir “Atatürk Filmi” yaptığını vurgulamakta.
“Veda”, kanlı – kansız, yurdunun içinde – dışında, her türlü cephede bir önderin ulusunun bağımsızlığı uğruna girdiği kavgası geride sürüp giderken, “ana” - “eş” – “nikahlı eş” arasında aynı erkeğe sahip olma yarışında ortaya çıkan çekişme üzerine kurulmuş olsaydı, sanat değeri üzerinde tartışılacak bir “film” olurdu kuşkusuz. Ama bir “Atatürk Filmi” değil.
Ve şimdi Veda’yı izleme zamanı. Bakalım Veda’dan önce söylediklerime veda mı edeceğim, yoksa bir “Atatürk Filmi”ne daha “elveda” mı diyeceğim!
Paylaş