HAYDİ bugün sanat alanının dışına çıkıverelim. Yazıp çizenlerden, çalıp söyleyenlerden değil, ama oynayanlardan sayılır yine de, sözünü edeceklerim. Hele müzik eşliğinde bedenlerine bir uyum getirme kaygısı varsa, sanata teğet geçildiği de söylenebilir.
Sözümüz “dans” üzerine. Dans deyince akla vals gelirdi bir vakitler. Hele Avusturyalı Johann Strauss’un besteleriyle özellikle varlıklılar katında seçkinliğin, “bir başka olma”nın olmazsa olmazı olan vals, halk katına indiğinde iki yaylanıp bir dönmeden öteye gidemeyince tango adımları sardı, götürdü ortalığı. Araya çarliston, rumba, samba, rock’n roll gibi adımları birbirine benzemez çeşitleri girse de, tango kadın - erkek eşleşmesinde, eşleşmenin varacağı hedef ve niyet ne olursa olsun, hükmünü sürdürmekte. Arjantin’den İzmir’e Tango Arjantin’den çıkıp “dünya kültür mirası” olma yolunda ilerlerken daha coşkulu, başka havada bir müzik eşliğinde bir dans Karayipler’den yeryüzüne yayılıverdi: Salsa. Bugün İzmir’de tango ve latin dansları diye anılan salsa gibi eşli dansları öğreten elliye yakın irili ufaklı yer var. Şimdi düşünmeli: Arjantin’den ya da Küba’dan yayılıp ülkemize kadar gelen var da, ülkemiz insanının benliğinden çıkarıp dünyada yaygınlaşan bir dans yok? Türk toplum yapısının kendi gelenekselini koruması yanında batısındaki beğenilere açık olması gerçeği karşısında bu pek hayıflanacak bir durum olmasa gerek. Kaldı ki ne tango, ne salsa, ça ça, merengue, bachata Arjantin ya da Karayipler’in özgün olarak yarattıkları müzik ve dans türleri değil. Bizim şarkı, türkü söyleyip oynamamız gibi oralarda neredeyse sokaklara yayılıp halkın kendini kaptırdığı tango, salsa gerçekte ülkelerin bir vakitler yüzyıllar boyu süren tutsaklığının ya da Afrika’dan koparılıp getirilen insanların köleliğinin eğlenceye dönüşmüş bir çelişkisi. Duygusaldan toplumsala Halk oyunları, flemenko, bale gibi belirli bir kareografiyi gerektirmeyen, üstelik kadın-erkek eşleşmesiyle oynandığı için duyguların paylaşılmasına yol açan, dahası bir yerde toplanıp topluca dans edildiği için kolayca yaygınlaşıyor tango da, salsa da. İzmir’de her gece bir eğlence yerinde “dans gecesi” yakalayabilirsiniz. Birbirlerini tanımasalar da buluştukları, belki birbirleriyle hiçbir zaman karşılaşmayacakları kişilerle bir arada, kısılıp kalmış dünyalarından çıkıp coşar gibi dans etmekte tango, salsa tutkunları İzmir’in dans gecelerinde. Ya devletin dans tanımı Ülkemizde böylesine yaygınlık başgösterince hele bakın ne olmuş sonunda? Türkiye Dans Sporları Federasyonu kurulmuş ve dans eğitimi bu federasyonun gözetimine verilmiş! Düşünebiliyor musunuz, bale de içinde olmak üzere, dans bir “spor”muş! Futbol Federasyonu gibi, Atletizm Federrasyonu gibi... Halkın bir eğlence, oynayıp birbiriyle kaynaşma diye belleyip benimsediği dans alanında eğitim ve etkinlikler de “spor” sınıfına sokulup devletin gözetiminde. Ya sanat? Devlet dansı spor sayıp kucaklamış ya, biz da sanatı unutuverelim gitsin.