Paylaş
Kordonboyu’nda gizlenmiş bir gelin gibi duran Fransız Konsolosluğu’ndaki “ard izlemci” resim sergisini görünce kendimi bir an Blasco Posnet gibi “tatara titiri” biri sandım!
Nasıl olmasın ki! Yaratıcılığın sonsuzluğundan bir söz, bir ses, bir renk getirip de sanatlarıyla “ölümsüzleşenler” karşısında “var” olmaktan başka ne değer katmaktayız, düşünmeye değmez mi!
Paris’te Louvre Müzesi’nde beklenmedik bir yerde bekler gibi duran Mona Lisa’yı gördüğümde, yine öyle, sorar gibi olmuştu sanki o, alaycı gülümseyişle:
“Ben yaşıyorum. Ya sen?”
***
İzmirli işadamı Lucien Arkas, yıllar boyu topladığı bine yakın tablodan kırk
beşini, Konsolosluk’un denize bakan bölümünde oluşturulan “Arkas Sanat Merkezi”nde İzmirlilere sunuyor ya, böylesi bir armağan, “sağol” ile karşılamanın ötesinde neleri anımsatmıyor ki!
1850 sonrasında resim sanatında “empresyonizm – izlenimcilik” anlayışı karşında kendilerini aşma uğraşıyla “ard izlemci – post empresyonist” sayıp, “görüleni” çarpıta çarpıta sonunda “görülmez”i sanatlaştıran “kübizm”e varan o sanatçıların yolları hep Paris’te kesişmiştir. Renoir, Cézanne, Van Gogh, Gauguin, Lautrec, Matisse, Braque, Picasso ve ötekiler.
“Post Empresyonizm” adıyla sunulan Arkas Sergisi, “Paris” olmanın ulaşılmaz ayrıcalığını vurgulamakta.
Karşısına ne koyabilmişiz ki Osmanlı’da, 1900’lere varan yıllarda!
***
Bir bölümü “Arkas Sanat Merkezi” olarak yeniden yapılandırılan İzmir Fransız Konsolosluğu, 1875’te Osmanlı Padişah’ı II. Abdülhamit’in Fransa’ya bağışladığı bir yapıdır. Kordonboyu’nun evleri birer birer apartman olup yükselirken şimdiki mermer yapısıyla Konsolosluk, “Fransız” olmanın ayrıcalığı ile kendini koruyabilmiş.
İzmir’de nice eski taş yapı var ki, bekler sanata yuva olmayı. Acaba yok mu, çağdaşlığa inadına vurgun İzmir’de Arkas’ın “arkasından” gidecek bir kişi!
***
Bir “iş” adamıdır Lucien Arkas. Başında bulunduğu koca kuruluş deniz taşımacılığı yapar. Kazandıklarının vergisini vermekle hep “birinci” olmayı elden bırakmaz. Uzun yıllar önce Fransa’nın Marsilya’sından yola çıkıp da İzmir’e yerleşen “Arcas”lar, “Arkas” olup yaşadıkları ülkeye değer taşımakta.
Yine de aşılacak çok yol var, besbelli. Birileri çıkmış, Marren’in “Piyano” tablosunda “sigara içen” adamın bulunuşundan “şikayetçi” olmuş. Her biri bir “köşk” değerindeki tablolar milyarlarca liralık özel camlar arkasında sanatın ölmezliğini yaşatırken gözleri dumana takılıp kalanlar varsa, ya da alabildiğine çıplak “nü”lere bakıp “böyle sanatın içine!” diyenler eksik değilse, demeli mi şöyle: “Tatara titiri!”
Değmez. Yazık olur Jacques Prévert’in şiirine.
Gidin, görün “Arkas Sergisi”ni. Paris’e gidecek değilsiniz ya!
Paylaş