FUTBOL Federasyonu özerk... Doğru işler de yapıyorlar, yanlışta...
Ama maalesef Futbol Federasyonu’nun doğru yaptığı işlerde bu sefer ortaya devlet çıkıyor. Ve Futbol Federasyonu’nu köstekliyor. Kamuoyunu yanıltıyor. Yani, devlet devletliğini yapmıyor. Bakın nasıl?
Türkiye’nin kültür seviyesi belli. İnsanlara bazı şeyleri anlatmak için zorlanıyorsunuz. Çoğu da okuma özürlü veya tembel. İşte burada televizyonlara büyük iş düşüyor. Bıkmadan, usanmadan orada yorum yapan insanların bazı şeyleri anlatmaları gerekir. Hem de tekrar tekrar.
Hep fiyasko!
Geçen hafta Futbol Federasyonu, futbol tarihinin belki de en ağır cezalarını verdi. Fenerbahçeli yöneticilerden, Rizeli yöneticilere kadar. Ne oldu sonuç?.. Fiyasko. Rize Başkanı gitti, protokol tribünündeki yerini aldı. Aziz Yıldırım ve ekibi İnönü’ye gitmedi.
Ama isterlerse bu hafta protokol tribünündeki yerlerini alırlar. (Pardon, devlet isterse.) Çünkü protokol tribünleri Gençlik Spor Müdürlüğü’nün emrinde. Kulüplere ve Futbol Federasyonu’na onlar yer veriyorlar.
Futbol Federasyonu’nun ceza verdiği bu yöneticiler ancak yazışmalara imza atamıyorlar. İşte burada devlet sahneye çıkması gerekirken, maalesef ikili oynuyor.
Futbol Federasyonu’nun verdiği bu cezaları İl Spor Güvenlik Kurulu, Vali’nin Başkanlığı’nda toplanarak karar alıp bu yöneticileri protokol tribününe sokmama yetkileri var. Şimdiye kadar acaba bir tane karar aldılar mı, bu konuda? Göstersinler bir örnek, dişimi kırayım...
Yetki de var
Yani devletin elinde 5149 sayılı kanunla yetki de var. Ama uygulama fiyasko. (5149 Sayılı Spor müsabakalarında şiddet ve düzensizliği önlemeye dair kanun.)
Bu konuda Futbol Federasyonu üzerine düşeni yapıyor. Devleti sorarsanız; Ortada yok... Önce var olan kanunu uygulayın, sonra eksik olan taraflarına takviye yaparsınız.
Konuşmazlarsa çatlarlar!..
FUTBOL Federasyonu’na bir şey teklif ediyorum. Önce ters gelebilir ama bir düşünsünler, uygulamaya koysunlar. Son derece başarılı olacağı fikrindeyim.
Futbolumuzun en zayıf halkası olan yöneticilere hak mahrumiyeti cezası veriyorlar. Yani bu yöneticiler bir tek yazışmalara imza atamayacaklar. İl Spor Güvenlik Kurulları nasıl olsa vazifelerini yapmayıp bu isimleri protokol tribünlerine alıyorlar. Yani ceza alan bu yöneticiler, toplumla her türlü oynamaya devam ediyorlar.
Ben de diyorum ki; Bu yöneticilere ceza verdiğiniz sürece bir tek beyanat veremesinler, konuşamasınlar. Bakın bu cezayı uygulayın hiçbiri hakaret edip suç işlemezler. Çünkü bunlar beyanat veremezlerse, televizyonlarda ve gazetelerde boy boy görüntü veremezlerse çatlarlar...
Türkiye’de bu kadar zengin adam var... Kim tanıyor? Ama yöneticiler öyle mi? Yaptıkları saçmasapan işlerle hepsi şöhret oluyorlar. Beyanat verme cezasını getirin, ya konuşmazlar ya da yöneticiliği bırakırlar.
Tümer’e şaşırmadım
İNÖNÜ Stadı’nda Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi oynanıyor ve maç bitiyor. Digitürk’te görevli, boynunda kocaman görevli kağıdı asılı bir arkadaşımız Tümer Metin’e yaklaşıyor. Kocaeli’nde yaşayan özürlü bir çocuk için Tümer Metin’den formasını rica ediyor. Tümer Metin’de bu arkadaşımıza dönerek başlıyor küfür etmeye...
Ne annesi kalıyor, ne sülalesi, ne çocuğu. Arkadaşımız belki de Tümer hırsını alamaz, gelir vurur diye korkuyor ve süratle oradan uzaklaşıyor. Bu olaydan sonra bana diyor ki, "Erman Hoca kendim için isteseydim belki bu küfürleri yediğime üzülmezdim. Ama özürlü bir çocuk adına aracı olduğum için bu hakaretleri hak etmedim."
Olayı duyduğumda bende dehşet içinde kaldım ve hiç yorum yapamadım. Boğazım düğümlendi, o arkadaşıma cevap dahi veremedim. İyi ki bir gazetede görev yapıyorum. Kamuoyu ile olayı paylaşmak istedim. Neden bazı aynı isimler hep aynı olayların içinde? Tesadüf değil, değil mi?
Paralarıyla rezil oluyorlar
TİGANA’nın futbolculuğu fena değildi. Zaten her iyi futbolcudan da iyi teknik adam olmuyor. Beşiktaş’a geldi, iki yıl geçti. Hala daha arka dörtlünün iki kenarında bile stoperlerle oynuyor. Yani bu dörtlünün hepsi stoper. Önce İbrahim Toraman, sonra Baki, sonra Mustafa Doğan...
Bu oyuncuları belki çok mecbur kalırsan kenarda oynatabilirsin. Yani son noktada... Ama bunlardan en fazla verimi ortada oynarlarsa alırsın. Zaten Beşiktaş takımında en az altı yedi futbolcu oynadığı yerden memnun değil. Hepsi de Tigana’dan memnun değil. Bunun sorumlusu kim? Tabii ki yönetim. Aslında Beşiktaş bu Tigana’ya rağmen sezonu üçüncü de bitirse, bence başarılı olacaktır.
Zaten, bu 3 büyükleri karpuzcu, şarküterici, yoğurtçu da çalıştırsa, yıllardır sıralamada ilk üçteler. Ama yabancı hayranı büyük yöneticilerimiz, milyon dolarlar verip kendi paraları ile rezil oluyorlar.
Ya Aydınus sakatlansaydı
HAKEM tayini önemli bir şeydir. Şakaya gelmez. Hakemi tayin eden de, hakem de her türlü ayrıntıyı düşünecek, en son olabilecek tehlikeyi bile sezebilecek.
Derbiye Fırat Aydınus’u atadınız. Tamam, kimsenin çıtı çıkmaz. Ama bu derbinin 4. hakemi kim? Çetin Sarıgül. Yani Fırat Aydınus’a birşey olsa, maçı idare edecek adam Çetin Sarıgül. Peki, Çetin Sarıgül böyle bir maçı devam ettirip altından kalkabilir mi? Bence hayır.
Her şeyden önce Çetin Sarıgül’ün başından geçen pişmiş tavuğun başından geçmedi. Önce hakemliği bitirildi, sonra tekrar döndürüldü. Doğru veya yanlış hakkında bin tane şey söylendi. Yani yaralı bir hakem.
Ya Aydınus sakatlansaydı da Çetin Sarıgül iyi niyetle de olsa yanlış bir karar verip ortalık karışsaydı, bu MHK ne yapardı?
Başı dik hakemi kimse yiyemez
HAKEM olunmaz, hakem doğulur. Hakeme kuralları öğretirsiniz. Fiziği noksansa biraz çalıştırıp, koşturursunuz. Yabancı dil bilmiyorsa, onu da halledersiniz. Ama bir hakemin kişiliği yoksa ona kişilik arttırıcı çalışma yaptıramazsınız. O hakem olana kadar bu konuda ne almışsa onla gider.
Hakem tabii ki hata yapacak. Faulü de vermeyecek, penaltıyı da, kırmızı kartı da... Hata yaptığı zaman bile o kişiliği ile dimdik ayakta duruyorsa, bu hakemi kimse yiyemez. Fırat Aydınus’u hiç tanımıyorum. Sahadaki kişilikli tavrını çok beğeniyorum. Ne dersiniz; maç almak için yönetici peşinde koşan yağ çekmek için çanta taşıyan, yağ çekmek için o gazeteciyi, bu gazeteciyi arayan, sonunda dağlara taşlara yapan bazı hakem kardeşlerim...