RİJKAARD, geçen maça göre takımın yarısından fazlasını sahaya sürmedi.
Bu, acaba kadrosuna çok güvenmesinden mi kaynaklandı, yoksa Denizlispor’u maçtan önce iyi tahlil edip, “Biz bu takımı her şartta yeneriz” diye mi düşündü? Denizlispor ilk yarı iki defa rakip kaleye gitti, golü buldu. İkinci yarı onu da yapamadı. Mağlup duruma düşmelerine rağmen yine de Galatasaray’ın üzerine gidemediler. Yalnız şunu özellikle belirtmekte fayda var; Galatasaraylı futbolcular, top hem kendilerinde iken, hem de rakipte iken sahayı iyi parselliyorlar. Hiçbir oyuncu gereksiz yerde durup pozisyon kaybetmiyor. Dün gece şu net biçimde gözüktü; Galatasaray, ceza alanı civarında Keita’yı topla buluşturursa çok tehlikeli işler yapar. Arda artık tek başına değil. Bu kadar eksik kadro çıkarmanın şöyle bir dezavantajı olur; bir takım ne kadar çok yan yana oynarsa, futbolcular o kadar birbirlerine alışır. Yani, gözü kapalı birbirlerine pas verirler. Rijkaard daha dişli rakiplere karşı da aynı değişikliği yapabilecek mi? Bu tarz düşüncenin iki tane avantajı var; birincisi, kadrodaki bütün futbolcular, “Ben her an oynayabilirim” havasına girer ve kendilerini hazır tutar. İkincisi de, “Benim yerim garanti, ben vazgeçilmezim” diyemezler. Ligin daha ikinci haftasında, 3 büyükler dışındaki takımların kadrolarını güçlendirmekte zorlandığı meydana çıktı. Yani, küresel kriz öncelikle bizim ufaklıkları vurmuş. Galatasaray’ın ilk penaltısında Deniz Çoban pozisyonu göremedi ama yardımcı hakem İsmail Şencan hızır gibi yetişip penaltıyı işaret etti. İşte hakeme yardım etmek böyle olur. Bu maç şunu da gösterdi; aynen Fenerbahçe gibi bu sene Galatasaray da gol atmadan bir maçı bitirmeyecek.