Genelkurmay Başkanı demokrat olmamalı

BAZI ŞEYLER oluyor, yaşanıyor. Bazı ŞEYLERİN çoğunluğu ani olmuyor. Hazırlanıyor, büyüyor ve patlıyor. Veya patlamıyor, organize yapılıyor. Türkiye’deki bu "ŞEY" kavramı müthiş bir ŞEY. "ŞEY" deyince aklınıza ne geliyorsa geliyor. O ŞEY; bu ŞEY, olacak ŞEY, olmayacak ŞEY. Hangi şeyi ararsan o ŞEY var.

Mesela bugünlerde polis, savcılık istemiyle askerlerimizi tutukluyor, siviller tutuklanıyor. Savcılar, hakimler hakkında suç duyurusunda bulunuyorlar. Üç, dört tane hakem uluslararası maçlara gönderilmiyor. Bu ŞEYleri yani örnekleri artırabiliriz. Peki bunlar çabuk olan ŞEYler, ani olan hareketler mi? Kesinlikle hayır.

Hamile kalırsan, yandın

Öncelikle şu kavramları fazla uzatmadan, evelemeden, gevelemeden konuşalım. Hükümetin polisi olmamalı, devletin polisi olmalı. Partinin askeri olmamalı, devletin askeri olmalı. Federasyon Başkanı’nın veya grubunun hakemi olmamalı, federasyonun hakemi olmalı.

Bu kavramları net halledersek veya bu yolda yürürsek zaten sorunlar olmaz. Çoğu ŞEYİ hallederiz.

Mesela sen hakem olarak Federasyon Başkanı’ndan veya onun yandaşları veya kulüp başkanlarından veya yandaşlarından, "Beni FIFA hakemi listesine alın.", "Beni, 1. klasman hakemi yapın.", "Beni Süper Lig hakemi yapın" diye istekte bulunursan veya hamile kalırsan, bunun diyetini senden isterler. Eğer yerine getirmezsen, bu sefer senin suratına derler ki, "Ben olmasam sen oralarda olmazdın. Yapacaksın arkadaş".

Polis teşkilatıyla, askerlik ayrı bir olgu. Polis, İçişleri Bakanlığı’na bağlı. Yani devletin polisi. Ama polisteki kadroları yapanlar kimler. Bir yerde siyasi idare. İşte burada tarafsız davranılırsa, yani polis kadrolarıyla oynanılmaz, polis devletin polisi olursa sorun kalmaz. Yani, polisi siyasete bulaştırmayacaksın. Aynı cümleleri, adalet mekanisması için de söyleyebiliriz. Savcıların, hakimlerin tayinleri siyasi olmamalı. Bütün Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları gözü kapalı, bu gruplara güvenmeliler. Askerinki tamamen başkadır. Çünkü orası emir-demir komuta zinciridir. Polise siyaset az veya çok karışabilir. Futbola siyaset az veya çok karışabilir. Ama askere siyasetin karışmasını bırakın, "S" harfi olmamalı. Çünkü orası emir-komuta zinciriyle yürüyen, ismi üzerinde askerlik yapılan bir yer. Orada emir demiri keser.

Askerlik ölme-öldürme sanatı. Emir-komuta zinciri. Askerde, "Dur" deyince durursun, "Rahat" deyince rahatlarsın. "Rahat" demeden ayağını yana açamazsın. Yani emir komutada demokratlık yoktur. Emir-komuta siyasi değildir.

Genelkurmay eski başkanımız Hilmi Özkök Paşa bir konuşuyor, bir cümle sarfediyor. Nereye çekersen, oraya gider. Ete, soğan doğramaktan bahsediyor. Kuru soğan mı, yeşil soğan mı (taze soğan), kırmızı soğan mı belli değil. (Ayıptır söylemesi eski meslek dalım da.) Bu sefer başka bir soru yöneltiyorlar, cevap olarak, "Vardır da diyemem, yoktur da diyemem" diyor.

Ben de bir Türk vatandaşı olarak şunu söylüyorum. Benim emekli de olsa faal de olsa Genelkurmay başkanlarım bir cümleyi söyleyince net anlamalıyım. O cümle hakkında yorum yapmamalıyım. O cümle yoruma açık olmamalı. Lafı uzatmadan eveleyip gevelemeden net söylemeli. Kasaptan alırsın ya, "Ver şuradan bir kilo kemiksiz kıyma" diye. Yani benim Genelkurmay Başkanlarım demokrat olmamalı. Fazla demokrat olursan, o lastiği uzatır da uzatırsan, işte bugünlere geliriz.

(Pazartesi günkü Hürriyet’teki köşesinde Ahmet Hakan yorum yapıyor. Soruyor, hangisi doğru. Kendi cevaplıyor. Belki de yorumun ikisi de yanlış. Sonra da yazının sonuna geliyor, kendi yorumlarına göre, demokrat kalemlerden cevap istiyor. Benim emekli Genelkurmay başkanımın her konuşması yorum. Civciv de çıkar, kuş da çıkar. Veya et mi, balık mı, tavuk mu belli olmaz.)

Vah benim ülkeme...


Benim Genelkurmay Başkanım eğer doğruysa, sefer tasıyla yemek götürmüş makamına. Ben Genelkurmay Başkanı olsam, eğer sefer tasıyla oraya yemek götürüp yemek yiyorsam, bu haber doğruysa eğer. (Şu ana kadar yalanlama oldu mu? Bilmiyorum.) Ben, Türk vatandaşı olarak zaten yanmışım.

Vah benim ülkeme...

NOT: Pazar günkü Yılmaz Özdil’in yazısına da 10 üzerinden 9.5 verdim. 0.5 niye vermedim? Bakarsınız Yılmaz Özdil yarın daha farklı bir çıkarma yapar, o hakkı kullanmak için.

Futbolumuzun geleceği için Erdoğan’dan faydalanmalıyız

SEVGİLİ Hasan Doğan vefat ettiğinde yurtdışındaydım. Uzaklarda. Yakında olsaydım da farketmeyecekti. Zaten, Hasan Doğan’ı kaybetmiştik. Yurda dönüp, gazetelere bir baktım. Gözlerime inanamadım. Hasan Doğan’ın hakkında aylarca "Hükümetin adamı, Başbakana yakın. Futbol, politikaya battı. Öldük" diyenler Hasan Doğan’ı yerlere, göklere koymuyorlar. Rahmetli öbür taraftan bunları görüyorsa, "Ulan hepinizi tanıyordum. Ama bu kadar da dönek ve kıvırtkan olduğunuzu tahmin etmiyordum" diyordur kesin, tahmin ediyorum. Cenazesinde bulunamadım ama dua yemeğine katıldım. Başbakan ile el sıkıştık. O da hala üzgündü. Ailesi perişandı. Helal olsun Başbakan’a. Başbakan olması onun dostuna zaman ayırmasında en ufak bir mani olmamış.

Hükümet gücü

Haluk Ulusoy’dan sonra Futbol Federasyonu Başkanlığı yapmak kolaydı. Çünkü Ulusoy ve ekibi futbolda güvensizliğin ve kaosun simgesi oldular. Hasan, sağlam kişiliğiyle ağzından çıkan kelimelerin ve cümlelerin arkasında durmasıyla bu güvensizliği kısa sürede yok etmeyi başardı. Şans da ona yardım etti. Zaten şans doğruya yardım eder, sahtekara değil. Sahtekarlara da ettiğini gördüm ama sonra daha fazlasını kaybettiler.

Aslında buradaki önemli nokta şu. Haluk Ulusoy’dan sonra başkanlık yapmak belki zor değildi. Ama şimdi Hasan Doğan’dan sonra başkanlık yapmak çok zor olacak. Öyle veya böyle Hasan Doğan’ın arkasında bir hükümet gücü vardı. Anlamak mümkün değil. Hükümetin gücü olması federasyon için kötü müdür, iyi midir? Siz federasyon olarak siyaseti mümkün olduğu kadar az sokarsanız, avantajı var. Hasan Doğan yaşasaydı, eğer 4 sene başkanlık yapsaydı, Türk futbolunu 20-25 yıl ileri götürecekti.

Hiç bir şey yapmasa, tesis açısından götürecekti. Çünkü yapacaklarını anlattığında ve uygulamalara geçtiği zamana bakıldığında, süre inanılmaz kısaydı. Basında maalesef bazı kiralık kalemler de var. Dikkatle takip edildiğinde net görüyorsunuz.

Bu iş çocuk oyuncağı değil. Federasyon kurulu kavgalar etmezlerse, birbirlerine dayanırlarsa, yukarıdan da telkinlerle bozulmazlarsa Hasan Doğan’ın ruhunu yaşatırlar. Yoksa Haluk Ulusoy devrinden de kötü oluruz. Öncelikle cesaretli olmalılar.

Siyasilerden gelen baskılar her devirde olmuştur. Hasan Doğan döneminde de ne baskılar geldiğini, ne telefonlar, ne yazılar geldiğini biliyorum. Ve hepsini de elinin tersiyle ittiğini ve uygulamaları çatır çatır yaptığını da biliyorum. Ne oldu? Sonunda halk ona sahip çıktı. Başbakan devreye giremez miydi? Ama girmedi. Sahip çıktı. İnanın bu federasyon iyi niyetle devam etsin, Başbakan yine sahip çıkacaktır. Başbakan’ın siyasi görüşü yani futbol görüşünü ayırmak lazım. Siyasi olarak eleştirebiliriz. Ben futbol mantalitesi olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın futbola çok faydalı olabileceği fikrindeyim. Yeter ki futbol camiası ondan faydalansın.

Küçük düşündüler

Size net bir anektot söyleyeyim. Recep Tayyip Erdoğan ve Hasan Doğan girişimleri olmasaydı, bugün Seyrantepe’de yapılan Galatasaray Stadı’nın yerinde yeller esiyordu. Orada hala ormanlık alan vardı. Türkiye’de bazıları o kadar ufak düşünüyor ki, "O yaptı ben yapmayayım, devam etmeyeyim" diye. Hasan Doğan ve Levent Bıçakcı ekibi Tarabya’da bir araziyi Futbol Federasyonu merkezi yapmak için almaya kalktılar. Ayrıldıktan sonra Haluk Ulusoy ve ekibi Levent Bıçakcı ile Hasan Doğan bu işe girdi diye, o işlemlere devam etmediler ve bugün orasını başka bir grup kaptı. Hep böyle düşündük. Ufak olsun benim olsun.

Zaman zaman mağdura sahip çıkar, zaman zaman bir kısım aptallıklar da yapabiliriz. Bazen benim son seçimde yaptığım, "rey" attığım parti gibi. Ama Türk insanı bakmayın siz, bir yerde zekidir, duygusaldır. Aynı vefat eden Hasan Doğan’a sahip çıktığı gibi. Bazı şeyler parayla, pulla olmuyor.

Vatandaşı trafik polisiyle soyuyorlar

BİR aydır dikkatimi yeni çekti. Taksiler, dolmuşlar, halk otobüsleri, kırmızı yandığı an kavşaklarda "zınk" diye duruyorlar. Eskiden yayaların üzerine sürerlerdi, yaya yollarını kapatırlardı hatta ve hatta sola dönüşlerde kavşağa yarıya kadar girip diğer araçların önlerini kapatırlardı. Herkes mum olmuş.

Taksicinin birine sordum "hayırdır" diye. "Erman hocam" dedi. "Kavşaklara gelince kafanı bir kaldırsana. Direklerin üzerinde bazı yerde iki, bazı yerde üç kamera var. Bırak kırmızıda geçmeyi, kavşağa girmeden çizilen beyaz kalın çizgiyi 15 cm geç, eve üç taraftan çekilmiş aile fotoğrafları geliyor. Öyle bir yakışıklı çıkıyoruz ki inanamazsın. Taktığın gözlük, içtiğin sigara, yanınızda oturan ve plaka ayna gibi. Bir de arkadan çekiyorlar. Kımıldama şansın yok. Tıpış tıpış gidip cezayı ödüyorsun."

Her şey şahane. Kimse sağdaki emniyet şeridine giremiyor. Orada da kamera var. Ne trafik polisiyle tartışıyorsunuz ne de trafik polisiyle muhatap oluyorsunuz. İşler tıkır tıkır düzelmiş. Darısı Ankara’nın başına. Niye hala yapılmadı anlamak da mümkün değil.

Onlar da şikayetçi

Ankara’daki o Eskişehir yolunda, ODTÜ’lüler, Bilkentliler, Başkent Üniversiteliler ölüm zikzakları çizerek yarış yapıyorlar. Koyarsın kameraları, hız kontrollerini. Vatandaşa tuzak kurmadan, radar kurmadan işi halledersin. Çıkıyorsun şehirlerarası yola, basıyorsun otobanda 110 km. 10 kilometrede artı veriyorsun 120’yi geçince cezayı yazıyorlar. Şu anda o otobanlarda 3-5 yaşındaki arabalar 5. vitesi 120’de geçiyorlar. Eğer bazı düzeltmeleri yapıyorsanız, otobanlardaki ve çift yollardaki hız limitlerini artırmanız gerekir.

Maalesef trafik polisleri bile bu konuda şikayetçiler. "Haklısınız ama ne yapalım" diyerek cezaları yazıyorlar. Yani tuzak cezaları. Yani devlet vatandaşını tuzak kurarak haksız yere soyuyor. Silah zoruyla değil. Trafik polisiyle. Ama, benim trafik polisim de halkının mağdur olduğunu biliyor. Onlar ne yapsınlar. Emir demiri kesiyor.

Kafalar kumda...

AYNI gün ben Hürriyet’in spor ilavesinde yazıyorum. Yine aynı gün Beşiktaş’ın eski futbolcusu ve menajeri Ali Gültiken gazetelere beyanat veriyor. İki yazıyı yan yana koyun. Sanki arada karbon kağıdı var. Peki ben müneccim miyim? Hayır. Bu işin içinde yıllarca yaşamışsan, görüntü bu olur. Onun için de ne Beşiktaş Yönetimi, ne Sinan Engin, ne de Ertuğrul Sağlam kaptanlar savaşında kafalarını kuma sokmasınlar. Çünkü kalçalar kabak gibi dışarıda duruyor. Ali Gültekin’i de görmeyeli ve konuşmayalı telefon dahil herhalde 2 yıl olmuştur.

Üşenmeyin, deneyin

ARAGONES’in, Fenerbahçe’ye geleceği kesinleştikten sonra futbolcuların onun hakkında söylediklerini isterseniz üşenmeyin bir kenara yazın. 3 ay sonra, 6 ay sonra, bir sene sonra yine Aragones, Fenerbahçe’den gidince o futbolcuların veya o futbolcular Fenerbahçe’den ayrılınca söylediklerini bir yazın. Sonra karşılaştırın ve bunları tarih tarih açıklayın. Bakın neler göreceksiniz. Denemesi bedava.

NOT: Bu işlemi bazı spor yazarlar için de yapabilirsiniz. Onlarınki daha uzun yıllar sürebilir. 3 sene, 5 sene. Bir gün kırmızı, bir gün mor, bir gün sonunda beyaza döndükleri için.
Yazarın Tüm Yazıları