FUTBOL Federasyonu ile ilgili her kafadan bir ses çıkıyor. Belirsizlik devam ediyor ve ortalık gün geçtikçe biraz daha karışıyor.
Önce şapkamızı önümüze koyup kendimize soralım: Biz, gerçekten dört dörtlük, tarafsız bir federasyon ve başkanı istiyor muyuz?
Başta kulüpler ve siyasiler olmak üzere, herkes kendine yakın, kendi çıkarlarına hizmet edecek başkan ve yöneticiler bulma çabasında... Bugün gelinen tabloyla görünen, hükümetin ve kulüplerin emrine girecek başkan ve üyelerden oluşacak bir yönetimin iş başına getirileceğidir. En azından kamuoyunun algılaması böyle...
Ulusoy koltuğu bırakmaz
Bu algılamayı ortadan kaldıracak adımlar atılmazsa, iş başına gelecek başkanın kimliği ve kişisel özellikleri ne kadar olumlu olursa olsun, bunun gölgesinde kalacak ve yıpranacaktır. Böylece oluşturulacak federasyon, uzun ömürlü olamaz. Ne ülkeye ne de futbola yarar sağlayabilir. Kaos da aynen devam eder. Türkiye’de hiçbir kesim hakkına razı olmadığı için gerçekten güçlü, liyakatli ve tarafsız bir federasyon kimsenin işine gelmez. İğneyi kendimize çuvaldızını başkasına batırmadan hiçbir şeyi düzeltemeyiz.
Gerektiğinde istifa etmenin erdemli bir davranış olduğunu hepimiz biliriz. Ama bildiğimiz bir başka gerçek daha vardır; toplumumuzda bu yönde bir istifa geleneği yerleşmemiştir. Saygıdeğer ilgililer, çok yakından tanıdığım için söylüyorum... Haluk Ulusoy’un koltuğunu bırakmak gibi bir alışkanlığı olmadığını en iyi bilenlerdenim.
Daha ileri gidiyorum... Azrail gelse, "Ya federasyon başkanlığı, ya canın?" diye sorsa, federasyon başkanlığının "tadını" alan Haluk Ulusoy tercihini bu yönde yapar. Kimi insanlar, duymak istemedikleri sözler kendilerine söylenince hiç üstlerine alınmazlar, hatta kime söyleniyor diye sağa-sola, arkaya bakarlar.
Bu sorun ’Yalama’ oldu
Futbol Federasyonu konusundaki karşılıklı atışma ve suçlamalar, sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Hem hükümet, hem federasyon kanadı hızla irtifa kaybediyor. Otomobilcilikte bir deyim vardır, boşa dönen somun için "yalama" oldu derler. İki taraf için de bu değerlendirmeyi yapıyorum.
Kulüpler Birliği’nin durumu ise daha da kötü... Şimdiye kadar isminde yer alan "birlik" işlevini doğrulayabilecek hiçbir icraatı olmadı, bundan böyle de olacağını sanmıyorum.
Güçlü bir federasyon başkanı ve kurulları seçildikten sonra, UEFA kurallarını aynen uygular, sıkışınca ceza verdiği kulüp ve kişileri affetmez, gerektiğinde suç işleyen en güzide kulübümüz olsa dahi küme düşürebilir, işini kurallara göre yaparsa, İtalya seviyesine çıkar, belki de o zaman dünya şampiyonu olabiliriz. Yoksa, ilk turlarda elenip, mızıkçılık yaparak ah-vah etmeye devam ederiz.
İyi yetişmiş, kariyeri olan, yeterli bilgi, birikim ve donanıma sahip, mazisi temiz kurullarını özgürce belirleyecek ve en önemlisi "eski kimliğini duvara asacak" bir federasyon başkanı olmalıdır. "Oturaklı federasyon(!)" isteyenler, maçlarına sevdikleri hakemlerin verilmeyeceğini, maç günü ve saatlerini diledikleri gibi değiştirmeyi talep edemeyeceklerini, etseler de ağır tepkilerle karşılaşacaklarını bilsinler.
Takım kimliğinizi unutun
HAZIR konu açılmışken devlet büyüklerine de bir çift sözüm olacak... Spora biraz ilgi duyan her insan gibi devlet büyüklerimizin de gönül yakınlığı olan bir kulübün olması doğaldır. Ancak bu kişiler, özellikle tepe yöneticisi olunca, takım kimliğini duvara asmalı, hiç olmazsa aktif taraftarlık görüntüsünü sona erdirerek, herkesin büyüğü olduğunu göstermelidir ki, kimse onlara güvenip yamukluk yapmaya kalkışmasın...
Nasıl davranmaları gerektiğini gösteren örnek de ortada... Mutlaka Yüce Atamız’ın da gönlünde yatan bir futbol takımı vardı. Ama bunu hiçbir biçimde dışarıya yansıtmayarak, devlet adamlarının nasıl davranması gerektiğini göstermişti.
Bana yakın olan bir "karışanım","Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı G.Saraylı olsa bu yazıyı yazar mıydın?" diye sordu. "G.Saraylı Ergun Gürsoy yazmazdı, ama gazeteye yazı yazarken formamı çıkarıyorum. Bu nedenle tereddütsüz yazardım" diye cevapladım. Taraf tutup yaranmak için yazılan yazılar, zamanla kabak tadı verip okunmaz oluyor.
Yazarlar, herkesin yazarları olmalıdır. Ben her statta maç seyredebildiğim gibi, Urfa’da, Diyarbakır’da, Trabzon’da, Van’da sokaklarda yürüyüp insanlarla sohbet edebilmeliyim. Bu insanların da muhtelif takımları tutmasında, hiçbir mahzur olmamalıdır.
Yakışmadı Gerets
SAYINGerets... İyi bir yaşam sağlayabilmek için daha çok para kazanmayı istemeni ve bu yoldaki çabalarını anlayışla karşılıyorum... Kariyerinin üstünde bir miktar alıyorsun, bu parayı başka takımdan alman da bugün için zor... Adnan Polat ve heyeti, sana "Sezon sonunda vedalaşalım" diyor, anlamak istemeyip, hala gelecek yılki sözleşmeni yenilemek istiyorsun. "Başkandan başka patron tanımam" demekle de işleri iyice çıkmaza sokuyorsun.
Sana böyle diretmeyi yakıştıramadım. Senden; "Bana doğru dürüst transfer yapmadınız, sözünüzde durmadığınız gibi gelecekle ilgili planınız da yok. Büyük teknik direktörüm, sezon sonunda bu şartlarla sizinle olmayacağım. Şimdiden başınızın çaresine bakın!" demeni beklerdim.
Paralar çebe...
O zaman, "Aman hocam yapma-etme, bizi bırakma..." diye sana yalvaracaklardı. Sen iyi oynayamadın. Hiçbir yerden kemiksiz 1.300.000 Euro teklif almadığından, bu lafların altında ezilip parayı cebe atmaya devam et... Ne sen büyük hocasın, ne de yönetenler iyi bir ekip...
Fatih Terim ile yollarımızı ayıracağımıza, 1996 ruhunu yeniden canlandırıp, doğru takıma birlikte ulaşabilirdik. Denemediğimiz için pişmanlık duyuyorum. Yazık oldu...
Telafisi çok zor, ama imkansız değil... Eli iş tutanlar daha fazla dibe vurmadan bu kangreni kesmeli... Zorlamaya gerek yok, olmuyor... Olamayacağını da kimse itiraf edemiyor.