Paylaş
Bir yandan bazı Avrupa ülkeleriyle referandum nedeniyle çıkan sert tartışmalar ve bunun ardından Avrupa Birliği’den (AB) gelen ortak tepkiler, öte yandan ABD ve Rusya ile Suriye’deki keskin görüş ayrılıkları, yalnızlaşmanın daha fazla gündeme gelmesine neden oldu. Ekonomi açısından bakacak olursak: Türkiye’nin yalnızlaşması halinde ülkenin ve halkın fakirleşeceğini baştan, kesin olarak söyleyebiliriz.
Unutmayalım ki; artık hiçbir ülkenin dünyada tek başına kalması, kendi kendine yetmesi mümkün değil. Hele ki, nüfusu hızla artan, küresel sistem içinde olduğu için halkın taleplerinin hızla arttığı, yüksek büyüme hırsı olan, buna karşılık zengin doğal kaynakları bulunmayıp, tasarruf oranları yetersiz bir ülkenin yalnız kalması düşünülemez.
Türkiye ekonomisi ancak küresel sisteme entegre olduğu, ihracatını arttırdığı, turizm geliri elde ettiği, üretimde katma değerini artırdığı sürece büyüyebilir. Yabancı sermaye olmayınca büyümenin yüzde 2-3’lere nasıl indiğini yaşıyoruz. Neredeyse nüfus artış oranı kadar büyümekle yetilirse, ekonominin reel büyümesinden fert başına milli gelirin artmasından söz edilemez. O nedenle önümüzdeki yıllarda yeniden yüzde 6-7 büyüme oranlarına kavuşması, bunun için de küresel sisteme entegre, işbirliklerini geliştirmiş bir ülke olması gerekiyor. Bu sağlayacak olan da ülke yöneticileridir.
Şuna inanıyorum; Türkiye ekonomisi yüzde 2-3 gibi büyüme oranlarına birkaç yıl daha devam ederse, ya da giderek yalnızlaşıp eksi büyüme oranları görürse, bırakın halkın refahının gelişmesini, mevcut refahı koruyamaz. Daha da ötesi; ekonomi büyümezse, son dönemin halkın takdirini kazanan sosyal yardımlar bile yapılamaz hale gelebilir. Tabii ki bu tehlike bugünden yarına gerçekleşmez ama bütçe açıklarının artmasına bağlı sosyal yardımların ödenemez hale gelmesi, yalnızlaşan bir ülkede birkaç yıl içerisinde kaçınılmaz olabilir.
AVRUPA HEDEFİ OLMAYAN TÜRKİYE
Bu köşeyi okuyanlar bilirler; AB’yi Türkiye’nin ekonomik ve demokrasi-hukuk standartlarını yükseltmesi açısından vazgeçilmez bulurum. Dolayısıyla halkın refah ve özgürlüğünün artması için bu hedefin sürmesi gerektiğine inanırım.
Dün Sedat Ergin’in köşesinde çok haklı olarak sorduğu “AB ile büyük kopmaya doğru mu?” sorusunu, en büyük işadamından, kahvedeki emekliye kadar herkes kendine sormalı, yanıt aramalı. Kopma olursa ne olacağını da düşünmeli.
Gerçekten bu soru referandum öncesi gündeme geldi ve Sedat’ın dediği gibi, ne sonuç çıkarsa çıksın bir süre daha gündemimizde olacak gözüküyor.
Türkiye’nin en büyük ihracat pazarının, en fazla yabancı sermaye çektiği, turistin geldiği, bankacılık ilişkisinde bulunduğu grubun AB olduğu unutulmamalı. ABD ile sorunlarımız olduğu ve önümüzdeki dönem sorunların keskinleşme tehlikesi bulunduğu açık. Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte konulan “Batı ittifakı” tercihi şimdiye kadar ülkeyi büyüttü, bunun korunması gerekiyor.
Kimse Türkiye’nin Batı ittifakından, savunma işbirliği kuruluşu NATO’dan çıkıp, Rusya ve Şanghay Beşlisiyle birlikte olma hayalleri kurmamalı. Böyle bir şey olamaz, Türkiye niyetlense bile Rusya’nın böyle bir niyet taşımadığı açık.
Türkiye “Biz sadece Arap ülkeleriyle yolumuza devam ederiz” diyorsa, öyle bir dünya da yok, çünkü Arap alemi Batı’nın istemediği bir şeyi yapamaz, bu açık.
Özetle; Türkiye’nin yalnızlaşma gibi bir lüksü olamaz. Diplomasinin hamasetle iç politika malzemesi yapılması sadece ülkenin pazarlık gücünü azaltır, ekonomiye büyük faturalar ödetir.
Paylaş