Paylaş
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan, bu kısıtlamaya karşı çıkarken, Türkiye üzerinden gelen uçaklarla Frankfurt’tan gelenlerde ABD’nin aynı tedbiri uygulamasını istedi. Güvenliğin, uçuş konforundan elbette önde geldiğini kaydeden Arslan, Uludağ Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, “Ama güvenlik tedbirini bir yerde alıp başka bir yerde almıyorsanız o zaman bu başka türlü okunur. ‘Bunun arkasında başka niyetler var’ denir. O niyetler de bu salondaki hazirunun amacına uygun olmaz” dedi.
İŞADAMININ ÇIKARINA TERS
Maliye Bakanı Naci Ağbal da, THY’nin gelişimini özetleyip, “laptop yasağı” olarak adlandırdığı bu yasağın Türkiye’nin son yıllarda önemli hub olması, yeni havaalanı projesiyle bu fonksiyonun artacağı beklentisi gibi unsurlarla ilgili olduğunu, korumacılığa karşı olanların korumacı hale geldiğini söyledi.
Korumacılık konusunda Ağbal çok haklı; tüm dünyada bu eğilimlerin arttığı, bundan da en çok, bizim de bulunduğumuz gelişmekte olan ülkelerinin zarar gördüğü açık. Sadece hava yolunda değil, başka önemli sektörlerde de benzer korumacılık artıyor ve belli ki bir süre daha devam edecek.
Bakan Arslan’ın “Bunun arkasında başka niyetler var” imasına gelince...
ABD’yi iyi takip eden bazı tarafsız uzmanlar Türkiye’nin bu yasağı üzerine alınmaması gerektiğini, elde edilen istihbaratlar gereği alınan zorunlu tedbir olarak görmenin doğru olacağını söylüyorlar.
Bunda haklılık payı olduğu kesin ama hem korumacılıkta hem de bu yasak kapsamına Türkiye’nin alınmasında başka niyetler aranması da doğal. Bakan Arslan’ın dediği gibi, bu niyetler elbette işadamlarımızın çıkarına ters.
PEKİ, NİYE ŞİMDİ?
İşte bu noktada olayın diğer tarafına da bakmak gerekiyor. Gerçekten “başka niyetler” varsa, “Bu başka niyetler niye şimdi ortaya çıktı?” sorusuna da yanıt aramak gerek. İstanbul’un hub olması, THY’nin uçuş sayısındaki hızlı artış, örneğin geçen yıl da söz konusuydu. Yeni havalimanı projesi de 2017 yılının projesi değil ki...
Kaldı ki, gelişmiş ülkelerin korumacı eğilimlerinin 2008 küresel krizinden sonra kendini göstermeye başladığını da biliyoruz.
Sadece güvenlik nedeniyle zorunlu bir uygulama olabilir. Ama değilse, bakanların dediği gibi bu kararın altında başka şeyler arayacaksak, o zaman biraz da kendi yaptıklarımıza bakmamız gerekmiyor mu?
Örneğin; Türkiye yıllarca Irak ve Suriye’deki İslamcı kesimlerle neden bu kadar yakın durdu, bu nedenle Türkiye’nin bu örgütlerin üssü haline geldiği iddiaları boşa mı yaygınlaştı, göçmen politikasının yanlışlığı, bunların arasındaki terörist unsurların varlığı, acaba “başka şeyler”in devreye girmesinde etkili olmuş mudur, diye sormamız gerekmiyor mu?
Ya da son dönemde Avrupa’yla bu kadar çatışma içine girmemiz, AB üyelik sürecini askıya alma veya referanduma götürme demeçleri, ABD ve Rusya ile Suriye’deki görüş ayrılığının iyice artmasının, bu yasakta hiç mi rolü yok?
Elbette tüm bunlar Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Arslan’ın dediği gibi işadamlarımızın çıkarına aykırı. Bundan da önce; Türkiye’nin büyümesiyle, işsizlik sorunuyla, turizm nedeniyle ödemeler dengesi ve döviz arzındaki sıkıntı yaratacağı için doğrudan ekonomik istikrar için tehdit.
Peki, bu duruma gelinmesinde sorumluk kime ait? Bunun da ötesinde Batı ile çatışmaya devam edersek, daha çok yasağa ve ekonomik sıkıntılara maruz kalmayacak mıyız?
Paylaş