KÜRESEL krizin Türkiye’yi nasıl etkilediğini, asıl olarak uzun vadeli finansmanda görüyoruz. 3’üncü köprü gibi büyük projelerin yapımı için finansman sıkıntısı çekilmesinin nedeni de bu.
ABD, ardından Avrupa’da ardı ardına verilen para basma kararları, piyasayı likiditeye boğup ekonomiyi canlandırma çabaları, içeride sevinçle karşılanıyor. Bunun nedeni büyümemizin bağımlı olduğu sıcak paranın gelmesi için yeniden umudun doğmuş olması. Yani, “dışarıda likidite bol olacak, bu para daha fazla kar için geçici süre bizim gibi gelişmekte olan ülkelere gelecek, böylece Türkiye’nin büyümesi olumlu etkilenecek” umudu devam ediyor. Cari açık milli gelirin yüzde 10’una ulaşmış ne gam, nasıl olsa sıcak para ile finanse ediliyor... Sıcak para dediğimiz kısa vadeli sermayede durum böyle ama altyapı projeleri, ülkenin geleceğini kurtaracak enerji gibi önemli alanlara yapılacak özel yatırımlar için gereken uzun vadeli finansman açısından işler değişiyor. Çünkü uzun vadeli krediler bu finansmanı sağlayacak olan bankaların, aracı kurumların sermaye yeterlilik rasyolarını etkiliyor. Yani uzun vadeli kredi verenin sermaye yeterliliği etkileniyor, risk olarak bilançosuna yazılıyor. Likidite bol ama bankaların sermaye yeterlilikleri ciddi tehdit altında. Avrupa’da bankalara bu yıl ortasına kadar sermaye yeterlilik rasyolarını yüzde 9’a çıkarmak için süre verildi. Bu sürenin uzatılıp uzatılmayacağı belli değil. Bankalar yeni ortak bularak sermaye yeterliliklerini yükseltmek istiyorlar ama İtalya’daki bazı bankaların girişimi gösterdi ki; hisseler ancak değerlerinin çok altında kabul görebiliyor. O nedenle şu anda taze sermaye bulmakta zorlanıyorlar. Eğer süre uzatılmaz, o zamana kadar da bankalar ek sermaye bulamazlarsa ne olacak derseniz; şu anda görünen, ülkelerin bu bankaların sermaye yeterlilik rasyolarına ulaşmaları için kamu fonları koymaları gerekebilir. O zaman da ülkelerin riskleri artacak. O nedenle belki de bankalara sermaye yeterliliği için ek süre verilmesi gerekebilecek. Bizim açımızdan bakıldığında özellikle Avrupa ülkeleri bankalarından, böylesine sermaye sıkıntısı çekilen bir dönemde, uzun vadeli finansman bulmakta epey zorlanacağımız açık. ABD bankaları açısından durum biraz daha iyi ama küresel belirsizlik sürdüğü için buradan kaynak bulmakta da zorlanıyoruz. Sonuçta Çin gibi, aslında kamu otoritesi inisiyatifinde olan uzun vadeli fonları bulma imkanı var. Ancak burada da ticari kuralların ötesinde siyasi, uluslar arası dengelerin öne çıktığını, hükümetler düzeyinde karşılıklı verilecek taahhütlere bağlı olarak uzun vadeli fon imkanının yaratılabileceğini görüyoruz. 3’ÜNCÜ KÖPRÜNÜN MALİYETİ ARTIYOR Bu hafta içinde 3’üncü köprünün yapımı için finansman imkanını arttırmak için TBMM’ye getirilen yasa teklifinin nedeni de bu uzun vadeli fon imkanındaki sıkıntı. Aslında bu sıkıntıyı 2-3 yıldır çekiyoruz; özelleştirme kapsamındaki enerji kuruluşlarına talep gelmemesi, ihale sonucu ortaya çıkan sıralamaya rağmen 2’nci ve 3’üncü sıradaki şirketlerin bile finansman bulamadıkları için, alamamalarının asıl nedeni de bu sıkıntı. Hükümet 3’üncü köprünün yapımı konusunda ısrar ediyor. Yollarla birlikte ihaleye çıkıldı, kimse talepte bulunmadı. Daha sonra köprü ile otoyollar ayrıldı ama belli ki bu da yetmemiş, hükümet yap-işlet-devret yöntemiyle yapılacak bu proje için Hazine garantisini artırıp, teklifleri garantiye almanın peşinde. Bunun için yasa çıkaracak. Bu yasa kapsamında bazı “adrese özel” mevzuat değişiklerinin ipuçlarını da almıyor değiliz ama asıl niyet belli ki 3’üncü köprünün yapımını garantiye almak... Bunun için projeyi gerçekleştirecek şirkete köprüden geçecek araç sayısı için verilen garanti artırılıyor. Belirlenen sayıda araç geçmezse eksik kalan aracın geçiş parası Hazine tarafından ödenecek. Yani kredinin faizi çok yüksek olmasın diye, Hazine’nin farkını ödeyeceği garanti araç sayısını artırıyorsunuz. İlle de bu sıkıntılı dönemde mi yapmak gerekiyor derseniz; siyasi tercih...