Paylaş
Cari açık ve enflasyon başta olmak üzere yüksek büyümenin makro dengeler üzerinde yarattığı tahribat somutlaşmaya başladı. Bozulan bu dengelere rağmen yüksek büyüme için ekonominin zorlanması ise çok daha büyük bozulmalara neden olabilir.
İktidarın büyümeyi sıçratmak için geçen yıl aldığı doping kararlarının zamanlaması, özellikle politik açıdan, hatalıydı. Seçimlerin 2019 yılında normal zamanında yapılacağını düşünecek olursak, seçim öncesi 2018 yılı büyüme açısından 2017 kadar iyi geçemez. İktidarın yüksek büyüme için 2017 yılı değil 2018 yılını seçmesi, sanki kendisi açısından daha doğru olacaktı. İşte bu nedenle piyasalar hala 2018 yılında erken seçim ihtimalini tartışmaya devam ediyor.
Dün Goldman Sachs’ın basına yansıyan Türkiye Notu’nda 2018 yılı büyüme hedefi yüzde 4’e düşürülürken, “Ülke hükümetinin büyüme yanlısı eğilimleri, tahminimize yukarı yönlü riskler getirirken, TL üzerindeki artan baskı, enflasyondaki yükseliş ve kötüleşen cari açık, büyümenin yavaşlamasına ilişkin riskler oluşturuyor” denildi.
Türkiye için 2018 yılı büyüme rakamının, çoğu uluslararası banka ve aracı kurum tarafından, aşağı doğru revize edildiğini görüyoruz. Bakanlar ise geçen yıl da uluslararası kuruluşların büyümeyi çok düşük tahmin ettiğini, görülen yüzde 7’lik büyüme rakamının bu yıl da tekrarlanabileceğini söylüyorlar.
Bu açıklamalar sadece politik açıklamalar değilse, yani gerçekten yeniden yüzde 7’lik büyümeyi tekrarlamak için mali ve parasal zorlamalar yapılacaksa, bunun daha büyük tahribatlara neden olacağından endişe edilmesi gerekiyor.
MEVCUT YAPI ÇEKMİYOR
Yüzde 7’lik büyümenin ardından geldiğimiz noktaya bakınca, zaten geçen yılki yüksek büyümenin çıkardığı fatura gözüküyor.
Dolar 4 TL, Euro 5 TL’ye dayandı ve bu eşiklerin aşılacağı konusunda neredeyse artık herkes hemfikir. Enflasyonun çift hanede kalıcı olacağı artık anlaşıldı. Kurlardaki bu seyir nedeniyle, yıl içinde birkaç aylığına da olsa, yeniden tek haneye inme umudu da giderek kayboluyor.
Buna karşılık Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek kurlardaki seyrin TL’nin rekabet gücünü artıracağını söylemiş. Yani artık paramız daha değersiz olduğu için daha fazla ihracat yapabileceğimizi belirtiyor. İyi de; biz ekonomik yapıyı değiştirip, artık katma değeri yüksek ürünün ağırlıklı olduğu bir ihracat yapısına kavuşmadık ki.. İhracat büyük ölçüde ithalata bağlı ve TL’nin düştüğü ölçüde rekabet gücü yükselemiyor.
Dünkü piyasa hareketlerine baktığımızda kurlar ve petrol fiyatlarının birlikte yükseldiğini görüyoruz. Zorunlu olarak akaryakıt zamları iyice sıklaştı ve enflasyon üzerinde çifte baskı oluşuyor. Tüm bunlara bağlı olarak faiz oranlarının artması, aksini söyleseler de, kaçınılmaz.
Dolar 4 TL’yi aşınca, hiç kimsenin şüphesi olmasın, Merkez Bankası üzerinde olağanüstü toplantı yapıp faizleri artırma yönündeki piyasa baskısı da artacaktır. Bu arada bazı bakan ve danışmanlar hala “Kamu bankaları ile birlikte piyasa faiz oranlarının indirilmesine çalışıyoruz” demeye devam ediyorlar.
Özetle; Türkiye’nin ekonomik yapısı büyük ölçüde dışarıya bağımlı ve bu nedenle ekonomik ve siyasi hataların faturasının çok daha ağır yaşanması doğal. Dışarıya bağımlığı azaltmak için ekonominin üretim yapısının değiştirilmesi gerekiyordu ama bu konuda hiçbir şey yapılmadı. Bu yapıyı bile bile, seçim kazanacağım diye, ekonomiyi yüksek büyümeye zorlarsanız, fatura da giderek ağırlaşır.
Paylaş