AKP’ye yakın bir gazetenin, tam da faizlerin konuşulacağı Para Kurulu toplantısı gününe denk getirdiği, Merkez Bankası yönetimine yüklendiği manşetle, bombardımanın başladığını söylemiştik.
Dün, Merkez Bankası’nın faiz indirmeme kararı almasının ardından çıkan haberler, bombardımanın başladığını teyit etti.
Bu hareketin sadece Merkez Bankası bağımsızlığı, Merkez Bankası’nın çağdaş yönetimi olduğunu düşünmüyoruz. Daha köklü kaygılar bu hareketin başlatılmasında rol alıyor.
Herşeyden önce; çağdaş devlet anlayışını içine sindirememenin bir ürünü. Yani sadece Merkez Bankası’nın bağımsızlığı değil, Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığı da, yargının bağımsızlığı da, eğitim sisteminin bağımsızlığı da, hepsi tehlikede. Son dönemde AKP Hükümeti bütün bu alanlarda, çağdaş devletin temeli olan güçler ayrılığına ters düşerek, hem siyasi hem ekonomik olarak iktidarların gücünü dengeleyen kurumlara yüklenmeye başladı. Bunların yanında Merkez Bankası’na yüklenme biçimine, çok daha ‘üstü örtük’ bile diyebiliriz. Bunun nedeni de bizce IMF korkusu, başka bir şey değil...
Türkiye’nin bir aşiret devleti olmadığı yani iktidarı o ya da bu şekilde alanın, her istediğini istediği biçimde yapamayacağının artık içe sindirilmesi şart. Yanısıra; AB hedefi deyip, çağdaş devlet anlayışını sürekli delmeye çalışmanın birlikte varolmayacağı da kesin.
İşin kötü yanı; sadece iktidar partisinin değil, muhalefet partilerinin de bu anlayışta olmamaları. Çağdaş devleti ‘devletçilik’ olarak algılayanlar, yargı da dahil, çağdaş devletin vazgeçilmezleri olan ve mecburen her geçen gün sayıları artan bağımsız kurumları aslında içlerine sindirmiş değiller. Son RTÜK seçimlerindeki tavır bunun en açık kanıtı...
Yani bombardımanın temel nedenlerinden biri, bu çok genel ve sakat siyasi anlayış...
Bombardımanının diğer bir temel nedenini ise dünkü yazısında Ercan Kumcu çok iyi özetlemiş. Bazı gazeteler faiz indirmedi diye Merkez Bankası’na yüklenirken, Kumcu düşük enflasyonla yaşamanın düşük enflasyonla yaşamayı öğrendiğimiz anlamına gelmediğini, bu kültürü edinmenin on yıllar alacağını belirtip, ‘Biz, taleplerimizle ve söylevlerimizle çok çabuk pes etmek istediğimiz izlenimi veriyoruz’ diyor.
HÜKÜMET PES EDERSE...
Evet, bir yol ayrımına gelinmiş gözüküyor. İnsanlar şimdiye kadar yaşanan yüksek büyüme nedeniyle, enflasyonun düşmesine bir şey diyememişlerdi. Şimdi büyümenin eskisi kadar olamayacağına ilişkin gerçek su yüzüne çıkmaya başladığında, tepkiler artmaya başladı.
Yıllardır Türkiye’nin yüksek ve istikrarsız enflasyonda yaşamasının nedeni de bir anlamda ortaya çıkmaya başladı, sayılır. Eskiden beri ihracatın ‘ne pahasına olursa olsun’ artması gerektiğini, bunun için etik ve yasal olmayan yollara bile başvurulmasını mübah sayan tipik ihracatçı kesim zaten pusuda bekliyordu, seslerini iyice yükseltmeye başladılar. Bunun yanısıra İstanbul Sanayi Odası (İSO) gibi daha çağdaş ekonomik anlayışa sahip olduğunu sandığımız kurum yöneticileri de, asıl niyetleri bu olmasa bile, bu tipik ihracatçıların ekmeğine yağ sürecek beyanlarda bulunup, ‘büyüme de büyüme’ demeye başladılar.
‘Tipik kesim’ açıkca söylemiyor ama dillerinin altındaki baklanın adı devalüasyon...Asıl sıkıntılarını açıkca söyleyemedikleri için, faiz tartışmalarını bahane ediyorlar.
Burada Hükümetin tavrı çok önemli. Çiller Hükümeti gibi çabuk pes edip, popülist talepleri yerine getirelim derlerse, sadece ihracatçıyı kollayalım tercihinde bulunup enflasyonu yani tüm toplumu feda ederlerse, programın da, ekonomideki iyileşmenin de sonu gelmez.
Hükümet ince ayarla ama genel hedeften sapmadan, yani enflasyonla mücadeleden taviz vermeden gitme kararlılığını gösterecek mi, onu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Hükümet, Merkez Bankası’nın kararlı ve bağımsız politikalarıyla enflasyonun bu noktaya geldiğini, bunun kendi başarı hanesine yazdığını herhalde görüyordur.
Asıl olması gereken; Hükümetin, ekonomi bakanlarının çıkıp bu bombardımanda Merkez Bankası’nın arkasında durmaları ve bunu açıkca söylemeleridir. Bakalım ne yapacaklar?