GEÇEN gün AB Komisyonu’nun sürpriz bir zamanlamayla açıkladığı tavsiye kararı, değişik kesimlerde epeyce farklı yorumlara neden oldu. Bizce dünkü Finlandiya Başbakanının ziyaretinden sonra bu tartışmalar, yeni yorumlar da katılarak devam edecek.
AB ile Türkiye ilişkileri konusunda "bir tren muhabbeti"dir, aldı başını gidiyor.
Tren raydan çıkar mı çıkmaz mı, durur mu, durmaz mı derken, AB Komisyonun tavsiye kararı geldi. Tren muhabbetini başlatan AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn tavsiye kararını açıkladıktan sonra, sorular üzerine "Tren durmadı, yavaşladı" dedi.
Tavsiye kararının açıklanmasından sonra bu tren muhabbetinden hareketle, AB konularında deneyimli bir diplomata, "şimdi trene ne oldu?" diye sorduk.
Onun yorumu aynen şöyle oldu: "Ne olacak, Finlandiya diplomatçılık oynamaya kalkıştı, oynarken de elindeki oyuncak treni düşürdü, kırdı"
Dışişleri yetkilerinin hemen hepsi, Kıbrıs konusunda AB’nin haksızlık ettiğini düşünüyor. Hatta AB’nin haksızlık ettiğinin farkında olduğunu, bu noktadan hareket edilip AB’nin üzerine gidilebileceğini, bu hatanın yüzlerine vurulması gerektiği düşüncesindeler.
Tavsiye kararının bir hafta öne alınmasının Finlandiya’nın isteği üzerine gerçekleştiğini tahmin ediyorlar. Dolayısıyla Finlandiya Başbakanının Ankara ziyaretinden önce "elini güçlendirmek istemiş olabileceğini" kaydediyorlar.
Dolayısıyla bu tavsiye kararının Dışişleri bakanlarının toplantısında değişebileceği, yani bir pazarlık marjı bulunduğu sonucu çıkıyor.
Bu pazarlık marjının ne olduğu, Finlandiya Başbakanının ne tür girişimlerde bulunup, ne yanıtlar alacağı, bu satırlar yazılana kadar belli olmamıştı. Ancak diplomatların, açılması için şart konacak başlık sayısını 5 beklerken, 8’e çıkmasına şaşırdıklarını biliyoruz. Belki de başlık sayısının yeniden 5’e hatta 3’e düşürülmesi söz konusu olabilir.
Bunun yanısıra Dışişleri’nin Rum tarafının ileriye dönük vetolarını engelleyecek bir formül götürüp götürmeyeceğini de henüz bilmiyoruz.
HEDEFİN İÇİ BOŞALMIŞSA ORTAYA ÇIKAR
Bildiğimiz bir şey var ki; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son dönemde çeşitli konularda takındığı ikircikli tutum burada da aynen geçerli. Tavsiye kararını duyar duymaz sert tepki veren "olmaz öyle şey, kabul edilemez" diyen Başbakanın, dönüşte yaptığı açıklamada "biz yolumuza devam ediyoruz" gibi çok yumuşak bir açıklama yapması herkesi şaşırttı.
Aynen Papa’nın ziyaretinde olduğu gibi, önce sert ve sekter tutum takınıp ardından fazlaca yumuşaması., kafaların karışmasını, asıl niyetin ne olduğu sorularını beraberinde getiriyor.
Bizce Başbakanın bu ikircikli tutumunda, yeterince hazırlık yapılmamasının da etkisi büyük. Örneğin tavsiye kararının açıklandığı gün, Ankara’da ciddi bir çalışmayı, biz izlemedik. Başbakan, Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı Nato toplantısı sırasında beraberdiler ama Komisyonun kararı karşısında, bizce, önceden hazırlanılıp, nasıl bir tepki verileceği, ne olursa ne karşılık verileceği, detaylarıyla konuşulmamıştı.
Halbuki bu aşamada Dışişleri’nin ilgili bürokratlarının, Başmüzakerecinin, diğer ilgili kurum yetkililerinin biraraya gelip, bu kararı değerlendirmeleri beklenirdi. Ama biz, açıkcası böyle bir heyecan izlemedik. Belki biz diplomasi koridorlarına fazla hakim olamadığımız için böyle birşeyi izlemedik, belki bilmediğimiz toplantılar yapılıyordu, o da var tabii...
Peki bunda sonra ne olacak?
Gördüğümüz kadarıyla Başbakan Türkiye’ye gelirken, yolda Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından sakin olması için uyarıldı. Peki, sakin sakin bir pazarlık yapılacak mı derseniz, gördüğümüz kadarıyla daha çok bir kabullenme havası hakim gibi.
Umarız; önümüzdeki seçimler adına sadece "aman maraza çıkmasın" diye düşünülmüyordur.
AB hedefinin devam etmesi ekonomi açısından da çok yararlı ama bu hedefin içi boşaldıysa, karşılıklı niyetler bozulmuşsa, gerçek bir gün açığı çıkar, o zaman ekonomiye çok zararı olur.