Ekonominin geleceği ve bağımsız kurumlar

IMF’nin G-20 toplantıları için hazırladığı bir tahmin dün gazetelerde yer aldı. IMF’nin yeni tahminine göre Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 1.5 küçülmesi, gelecek yıl ise yüzde 3.5 oranında büyümesi öngörülüyor. 2008 yılındaki büyüme rakamı ise yüzde 1 olarak alınıyor. Bence 2008 hariç, diğer tahminler iyimser kalabilir.

Aslında şöyle söylemek daha doğru ki; bu tahminler Türkiye’nin IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapacağı varsayımıyla hazırlanmış. Bence, IMF ile anlaşma imzalanmazsa, bu yılki küçüme tahmini iyimser kalır yani küçülme daha büyük boyutlara ulaşabilir. Aynı şekilde anlaşma olmazsa gelecek yılki yüzde 3.5 büyüme de hayal olur.

Tahminin IMF anlaşmasına bağlı olduğunu düşünmemin nedeni, pazarlıklarda 2009 için esnek, 2010 için yeniden mali disiplini sağlayıcı önlemlerin gündemde olduğunu bilmem. Hükümetin asıl kabul etmediği de, gelecek yıla ilişkin disiplin önlemleri. Bu önlemler alınmadığı takdirde hem güvensizlik nedeniyle, hem de bozulan dengeler onarılamayacağı için 2010 yılında yeniden büyümeye geçmemiz çok zor görünüyor.

IMF’nin ileri sürdüğü şartlar ekonominin geleceğini grantiye almak için alınması gereken önlemleri, yapılması gereken, çoğu yarım kalmış reformları kapsıyor. Hükümet ise ekonominin geleceğini de değil kendi geleceğini düşündüğü için bunları kabul etmiyor.

Bu önlemler arasında belediye hesaplarının disipline edilmesi de var, gelir idaresine ilişkin tedbirler de. IMF, gelir idaresiyle ilgili tam olarak ne istedi bilemiyorum ama bence her şeyden önce Gelir İdaresi’nin siyasi otoriteden bağımsız kılınması gerekiyor.

Ancak bu takdirde ilkeli, sistemli ve rasyonel bir gelir yönetimi yapılabilir ve böylece mali disiplinin kalıcı ve kaliteli olarak sağlanması mümkün olabilir. Aksi takdirde "istediğinden istediği zaman salma yöntemiyle vergi alan" bu siyasi tavrın güven vermesi mümkün değil. Siyasi ayrıcalıklar ya da siyasi cezalandırmalar üzerine kurulu bir gelir idaresinin ülkenin altına konmuş, ekonominin geleceğini tehdit eden bir büyük dinamit olduğu ortada.

BTK BAĞIMSIZ OLMADIĞI İÇİN

Bağımsız kurumların önemi Merkez Bankası ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) bu kriz dönemindeki başarılı yönetimiyle ortaya çıktı. Açıkçası bu kurumların önlemleri olmasa, iş sadece Hükümete kalsa, işimiz çok daha zor olacaktı.

Buna karşılık Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) geldiği durum ortada. Siyasi demeçleriyle bilinen "hükümetin istediğini yapan" bir kurum oldu. Yönetimi yüzünden eleştirilen SPK’ya şimdi yeniden atama yapılacak ve Başbakan devreye girip aynı kişinin atanmasını istemiş...

Geçen gün Telekomünikasyon Üst Kurumu olarak bildiğimiz, yeni adı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) olan kurum hakkında uluslar arası bir rapor çıktı. Bu konuda dünyadaki tüm düzenleyici kurumlar için bir araştırma yapıldı ve düzenleyici çerçevenin etkinliği performans ına göre Türkiye listenin en sonunda yer alıyor .

Bu performans düşüklüğünde en önemli faktörlerden birinin bağımsızlık olduğu ortaya çıkıyor. BTK’nın üzerinde Ulaştırma Bakanlığı kanalıyla hükümetin önemli ölçüde etkisi olduğu ortada. Başka ülkelerde de aynı sorun var ama güçleri sınırlandırılmış , en sorunlu ülkelerin Polonya, Finlandiya, Almanya, Avusturya ve Türkiye olduğu görülüyor.

Türkiye bu alanda başvuru prosedürünün etkinliği, düzenleyici kurumun kaynakları ve çerçevenin yerini değiştirme gibi maddeleri içeren Kurumsal Çerçeve dışındaki, örneğin pazara giriş, regülatörün etkinliği, regülatörün mevzuatı uygulaması ve ekonomik pazar durumu gibi, neredeyse tüm kriterler açısından, en düşük performansı gösteriyor.

Bu arada düzenleyici kurumun daha aktif olduğu ülkelerde, rekabet ve tüketici refahının açık arayla çok daha iyi sonuçlar verdiği de araştırma sonuçlarında ortaya çıkmış.

Ülkenin, ekonominin geleceği siyasi etkiden uzak, bağımsız kurumlarla çok ilişkili.
Yazarın Tüm Yazıları