GEÇEN hafta uluslararası gelişmeler açısından oldukça hareketliydi. Neredeyse aynı güne denk gelen, şok haber bombardımanı vardı.
Bir yandan Euro’nun dolar karşısındaki müthiş değer kazancı, diğer taraftan Çin ekonomisindeki gelişmeler ve bir süredir gündemde olan dünya petrol fiyatlarındaki seyir, herkesin başını döndürdü. Bunlar yetmezmiş gibi Rusya Devlet Başkanı Putin, ‘yeni bir atom bombası’ geliştirdiklerini açıklayıverdi.
Kerkük’teki gelişmeler, altın ve metal fiyatlarındaki hareket de işin cabası... Kısacası; dışarıda birşeyler oluyor...
Bu haberler, hemen sonuç vermese bile, önümüzdeki bir-kaç yıllık dönemde önemli değişimlerin yaşanacağının ipuçlarını veriyor gibi...
Peki biz ne yapıyoruz?
Hükümetin bütün işi, belki de doğal olarak, 17 Aralık’ta tam üyelik için müzakere takvimi almak. Bunun yanısıra IMF’yle yeni stand-by anlaşması bile unutulmuş gözüküyor...
AB’ye tabi ki odaklanmak lazım ama bir yandan da bu önemli uluslararası gelişmelerin Türkiye’yi, ekonomiyi nasıl etkileyeceğinin de daha titiz tartışılması gerekiyor.
Bütün bu gelişmeler önümüzdeki dönemin uluslararası etki açısından oldukça dalgalı bir seyir izleyeceğini gösteriyor. Bu da, Türkiye’nin hata yapma lüksünü tamamen ortadan kaldırıyor. Düşünsenize; zaten tek başına çok kritik bir dönemden geçerken, bunun üstüne devasa dış gelişmeler biniyor... Zaten dışarıya bakamazken, bir de içerde hata yapılırsa...
Hükümetin AB’ye odaklanması çok normal. Dışarıdan gelen kötü haberlere rağmen son dönemde olumlu atak seziliyor. Fransa’nın direnci kırılabilirse, 17 Aralık’ta, belki de 6 Aralık’ta Türkiye’nin lehine karar çıkma ihtimali artıyor.
AB İLE SEMBOLİK BAŞLANGIÇ
Söylenenlere göre; ‘Martta liderler toplantısında Türkiye’nin temsili olarak müzakere sürecini başlatılması’ bir orta yol olarak ortaya atılmış. Hükümet, temsili yani bir seremoni olarak martta bu işe başladıktan sonra fiili müzakerelere yıl sonunda başlanabilmesine yeşil ışık yakmış ve bu yolla Fransa’nın da rahatlatılacağı görüşündeymiş. Duyduğumuza göre; yeni yılın ilk yarısındaki dönem başkanı Lüksemburg’la yapılan son görüşmelerde, bu öneriyi yapıp kabul ettirmeye çalışması konusunda mutabakata varılmış.
Dışişleri Bakanlığı’nın korktuğu ise AB tarafından kabul edilemez şartların ortaya konması. Hükümet içinde Irak, Ermenistan, azınlıklar gibi konularda gelecek sert şartlara karşı çıkacaklar bulunduğunu biliyoruz. Ancak buna karşılık Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir yandan bu şartları yumuşatmaya çalışırken, öte yandan ne şart olursa olsun müzakereleri başlatmayı başarı olarak göreceğini söyleyenlerin sayısı hayli fazla... Dışişleri Bakanlığı’nın, daha doğrusu Bakan Abdullah Gül’ün tavrı ise merak konusu...
Yani AB konusunda, ne olursa olsun, zor ve etkileri olacak bir karar bizi bekliyor...
Yanısıra IMF’yle ilişkilerde bir gecikme sözkonusu. IMF’nin hem Gelir İdaresi'nin yeniden yapılandırılması, hem bankacılık reformu konusunda istedikleri, daha çok bürokratlara takılmış durumda. Bu direnç nasıl aşılacak, aşılacak mı göreceğiz...
Bu arada enflasyon açısından kötü haberler gelmeye başladı. Kasım enflasyon rakamının da yüksek çıkması halinde morallerin bozulacağı ve 2005 enflasyon hedefine güvenin azalacağı kesin. Merkez Bankası’nın işi hayli zorlaşabilir.
Merkez Bankası’nın son günlerdeki bu döviz girişi devam ettiği takdirde, önümüzdeki hafta döviz alım ihalelerine başlayabileceği belirtilirken, bir yandan da ABD’nin faiz artırımlarını, son gelişmeler ışığında artırması halinde, kısa vadeli yabancı sermaye konusunda tehlikeli hareketler olabileceği korkusu yaşanmaya başladı.
Yani zaten işimiz zordu, uluslararası gelişmelerle daha da zorlaştı. Hataya tahammül yok.