Çocuklarımıza bırakacağımız ülke

DÜN Cumhuriyetin 92. Kuruluş yıldönümü için TBMM’de düzenlenen özel oturumu televizyonlardan izleyen çoğu kimse, herhalde bayramı hediye ettiğimiz çocuklarımızın geleceği için kaygı duymuştur.

Liderlerin konuşmalarını, ayrımcı söylemlerini, günlük çatışma konularına böylesine özel bir günde bile özellikle girdiklerini görünce, şahsen bu ülkenin geleceği için, çocuklarımızın yaşayacağı ülke için beslediğim kaygım derinleşti.
Tüm dünya sancılı bir değişimin içinde ama Türkiye çok daha özel bir dönemden geçiyor. Hem uluslar arası ilişkiler Türkiye’yi yeni bir yöne doğru itiyor, hem etnik ve dini ayrışmalar derinleşiyor, tüm bunlar da yaşanan küresel ekonomik krizin göbeğinde gerçekleşiyor. Bunlar bile, tek başına bir ülkenin geleceği için kaygı duyulması için yeterli sebepler.
Tüm bunlara ülkeyi yönetenlerin büyük bir hesaplaşmayı, parça parça sahneye koyduğu bir siyasi ortamı eklerseniz, kaygının artması kaçınılmaz oluyor.
Böylesine kaotik bir küresel ortamda, Türkiye’nin bu dönemi kazasız aşması, hatta bu ortamı kendi lehine çevirmesi mümkündü ama olmuyor. Çünkü böyle bir ortamda topyekün halkın refahı ve özgürlüğünü düşünerek, bu vizyonla ortak hareket etmek varken, bilinçli olarak çatışma konuları öne çıkarılıp, toplumsal bütünlüğü önleyen tartışma konuları köpürtülüyor. Önce bunun için gerekli ortam hazırlanıyor, daha sonra “milli irade” kılıfı altında, “halkın talepleri böyle” denerek kişisel ve tarihsel toplumsal hesaplar kesiliyor.
23 Nisan aynı zamanda “Milli Egemenlik” bayramı. Bu nedenle liderler zaten sürekli olarak gündemde tuttukları “milli irade”yi, kendi ideolojileri doğrultusunda, istedikleri gibi tekrar tekrar yorumladılar. Dünkü lider konuşmalarını izlediyseniz, “milli irade” adı altında, aslında nasıl büyük ve tarihi bir hesaplaşmanın sahnede olduğuna şahit olmuşsunuzdur.
Bir çok baba gibi, ben de, çocuğumun ekonomisi sağlam, gelir dağılımı mümkün olduğunca düzelmiş, refahı artmış, kültürel farklılıklarını zenginlik haline getirmiş, bunu kurumsallaştırmış, bireylerin kendilerini güvende ve özgür hissettikleri, tüm dünya ile barışık bir ülkede yaşamasının hayalini kuruyorum.
Sizi bilmem ama, dün izlediğim parti liderlerinin konuşmaları, benim bu hayalimin gerçekleşme ihtimalinin giderek azaldığını gösterdi.
YENİDEN “CİHAN DEVLETİ” OLMAK
Liderlerin konuşmaları çocuklarımızın yaşacağı ülke konusunda beni umutsuz kılarken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dünkü gazetelerde gördüğüm bir konuşması, umutsuzluğumu iyice artırdı.
Partisinin Sivas İl Kongresi’nde konuşan Ahmet Davutoğlu, “Eğer milli egemenlik hakim kılınırsa yeniden bir cihan devleti kurmamıza kimse engel olamaz. Bunun için 27 Mayıs’la da, 28 Şubat’la da hesaplaşacağız” demiş.
Şimdi anlıyor musunuz; aslında “milli irade”nin kimsenin umurunda olmayıp, herkesin istediği gibi kullandığı, nasıl içi boşaltılmış, sadece hesaplaşma aracı yapılan  bir kavram haline geldiğini. Bakana göre “Komşularla sıfır sorun” da milli iradenin isteğiydi, tüm komşularımızla şu anda yaşadığımız sıcak çatışmaya ramak kalan ortam da yine milli iradenin isteği, son kullanıldığı biçimde “yeniden cihan devleti kurmak” da milli irade isteği...
“Milli irade”nin aslında çocuklarımıza daha çağdaş, daha özgür,  daha adil, daha zengin bir ülkede yaşamak için gerekenleri yapmak anlamında tecelli ettirilmesi gerekmez mi? Milli irade diye, seçilmişler böyle istedi diye, çocuklarımızı “cihan devleti” gibi yeni bir boş hayal uğruna, açılacak cihatlarda mı feda edeceğiz?
Türkiye büyük ülke olmalı, olabilir de. Ama küresel gelişme içinde yerini iyi belirleyerek, küresel rekabette öne çıkarak, yapacağı uluslar arası tercihlerinin de katkısıyla, içeride çağdaş bir siyasi ve ekonomik sistem kurarak, büyük ülke olmalı. Çocuklarımız hamasi boş hayallerle beslenen kin ve husumet ortamı içinde değil, kurulacak çağdaş bir sistem aracılığıyla, barış, özgürlük ve refah içinde yaşamayı hak ediyorlar.
Yazarın Tüm Yazıları