Paylaş
Bu hafta küresel gelişmelerin yanında, iç ve dış siyasi gelişmelerin kur üzerinde büyük etki yaratacağı kesin.
TL’nin neden bu kadar hızlı değer kaybettiği, diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla neden olumsuz ayrıştığı çelişkili yorumlara neden oluyor. Burada dikkat çeken en önemli unsur piyasa çevrelerinin TL’nin değer kaybetmesi için bir çok neden ileri sürmesine karşılık, hükümet sözcülerinin bu hareketi “Bize karşı ekonomik savaş başlatıldı” biçiminde yorumlamaları. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar TL’deki değer kaybını böylece kendileri dışında etkenlere bağlarken, siyasi olarak başlattıkları “Batı gelişmemizi çekemiyor” söylemini, kurlardaki hareketle, ekonomiye de yaygınlaştırmış oluyorlar.
Bu argümanın iç siyaset açısından iktidara, en azından kısa sürede, prim yaptırdığı ortada. Aksi takdirde Başkanlık planı yeniden devreye sokulmazdı.
Ancak bu iç siyasi malzemesi olarak kullanılan argümanın, ekonomik sorunlara bir çözüm getirmediği de ortada. Uluslararası alanda ekonominin de bir silah olarak kullanıldığı zaten açık ama bu silahın kullanılabilmesi için, ekonomideki zaafların zemin hazırlaması gerekiyor. Yani bu söylem geçerli ise asıl sorumluluk, ekonominin silah olarak kullanıldığı ülke yöneticilerinde olması gerek. Eğer ayakları üzerinde duramayıp, dışarıdan gelecek borca bağımlı bir ülkeyi yönetiyorsanız; ya bu durumu düzelteceksiniz, ya da mevcut koşullarınıza göre hareket edip, ekonomide zaaf yaratmayacaksınız.
Rasyonel olan; TL’deki hızlı değer kaybını dış düşmanlar gibi belirsiz ve hamasi bir söyleme bağlamak yerine, buna zemin hazırlayan kırılganlıkları görüp, bunlara çözüm bulmaya çalışmak ve bu çabanızı ispat etmeniz.
Kimse şunu inkar edemez; Türkiye’yi yönetenler eğer içeriye ve dışarıya karşı ekonomik ve siyasi alanda yaptıkları ile güven verebilseler, hiçbir dış güç ekonomiyi tehdit edemez. Bu gerçeğe rağmen hamasetle işi idare etmeye çalışmak çözüm olmadığı gibi, bu görüntü güven sorununu da büyütüyor.
TÜM CEPHELERDE BİRDEN…
Hamaseti bir yana bırakıp, Türkiye’deki tabloya dışarıdan bakacak olursanız; TL’nin son hızlı değer kaybının doğal olduğunu görebilirsiniz. İşin kötüsü bu anlayışla TL’nin hızlı değer kaybının devam etmesi de kaçınılmaz görülüyor.
Tüm küresel piyasaları domine eden ABD’de faiz artışının yaklaştığı kesin iken içeride enflasyonun yüksekliğine rağmen agresif faiz indirimi devam ediyor. Merkez faiz indirdikçe, düşürmeyi amaçladığınız kredi faizlerinin yükseldiği ortada iken bunu yapıyorsunuz. Yetmiyor, zaten parasal disiplin yokken, kamu harcamalarını artırma planı yapıp, mali açık tehlikesi de yaratıyorsunuz.
Sadece bu kaygılarla bile TL’nin değer kaybı kaçınılmaz. Ancak bununla yetinmiyor, “Türkiye Batı’dan kopuyor” algısı yaratacak uluslararası adımlar atıyorsunuz. Musul olayında olduğu gibi, Suriye’den sonra Irak’ta da Batı ile çelişecek, sıcak cepheler açıyorsunuz.
Yetmiyor; 15 Temmuz’u bahane edip olağanüstü hali uzatarak, dışarıda hem “bizdeki tehlike sürüyor”, hem de “otoriterlik artıyor” algısı yaratıyorsunuz.
Tüm bunları Fitch’ten de not indirimi beklendiği, dış borç maliyetlerinin ciddi oranlarda arttığı bir dönemde yapıyorsunuz. Kurdaki harekete rağmen bakanlar hâlâ “Merkez Bankası faiz indirmeye devam edecek” demeçleri veriyor.
Yani bağımlı halinizle, ekonomik ve siyasi tüm cephelerde birden savaş açıp, TL hızlı değer kaybedince de, “Dış güçler bize savaş açtı” diyorsunuz...
Bu sıcağa kâr mı dayanır?
Paylaş