DÜN 2011 yılına ilişkin ödemeler dengesi rakamları açıklandı, merakla beklenen yıllık cari açık rakamı rekor kırdı. Özetle; 2011 yılında cari açık milli gelirin yüzde 10’una ulaştı.
Hatırlıyor musunuz; 2011 yıl ortası gibiydi, IMF Türkiye’deki cari açığın milli gelirin yüzde 10’una ulaşacağını tahmin etmişti. Bunun üzerine Başbakan Yardımcısı Ali Babacan dahil tüm ekonomi yönetimi ağız birliği etmişçesine, IMF’in hesap bilmediğini, cari açığın bu rakama ulaşmayacağını söylemişlerdi. Özel sohbetlerinde IMF’den özür dilediler mi bilmiyorum, ama görünen çok açık; ekonomi yönetimi cari açık konusunda ciddi biçimde yanıldı. Yanılmadılarsa; bilerek piyasaları ve Türk halkını yanılttılar demektir.
2010 yılında 47 milyar dolar olan cari işlemler açığı, 2011 yılında 77 milyar dolara çıktı. Yılın son iki ayında artış hızı yavaşlamasaydı, bu rakam çok daha büyük olacaktı.
Evet, son aylarda cari açıktaki artış hızında yavaşlama var ama bunun yeterli olmadığı ortada.
Herkesin üzerinde mutabakata vardığı hususlardan biri; cari açıkta yaşanacak düşüşün, büyümede meydana gelecek düşüşle birebir olmayacağı yönünde. Bir başka deyişle büyüme oranı yüzde 8.5’lerden yüzde 4’e düşse bile, cari açığın milli gelire oranının yüzde 10’dan ancak yüzde 8’lere, en çok 7.5’e inebileceği tahmin ediliyor. Büyüme aynı kalmak kaydıyla bu rakamın daha yukarıda oluşacağını tahmin edenler bile var.
Makul bir cari açık/milli gelir oranı konusunda da yorumlar değişik. Ne olursa olsun yüzde 10’luk bir oranın çok yüksek ve tehlikeli olduğu ortada. Aslında yüzde 8’ler bile ciddi yüksek rakamlar. Tehlikenin nedeni ise dış kaynağa, bizim örneğimizde çoğu sıcak paraya bağlı bir yapısal bozukluğa, işaret etmesi. Bir başka deyişle ekonomi ancak dış kaynağa bağlı büyüyor, dolayısıyla bu yapıyla istikrarlı yüksek büyüme mümkün değil. Böyle olunca da dışarıdan kaynak kesilmesi halinde kurlar çok yukarı gidebiliyor, dolayısıyla kriz dediğimiz ani, servet kayıplarına neden olabiliyor.
Bu nedenle, yapısı değişmediği takdirde, eğer kriz istemiyorsak, dengeli makul bir büyüme oranıyla yetinmek zorundayız. Ya büyüme hırsımızı törpüleyeceğiz ya da ekonominin yapısını değiştirip, daha hızlı ve istikrarlı, yani krize yol açmayacak büyümeye geçeceğiz.
İşte büyüme hırsımızın törpülenmesi gerektiğini bu nedenle tekrarlayıp duruyoruz. Yüzde 4’lük büyümenin üzerine çıkılması halinde, cari açığın başımıza iş açacağı açık. Son aylarda Başbakanı da tahrik edecek biçimde agresif büyüme sözcülüğü yapanlar, faizler düşük kalsın, piyasadaki para bol olsun diyenler, inanın başımıza bir iş geldiğinde ortalıkta olmayacaklar. Bunun faturası, şimdiye kadar olduğu gibi, ister istemez siyasetçilere çıkacaktır. DÖVİZ RİSKİ BÜYÜYOR
2011 yılında cari açık yüksekti, artık artış hızı kesilmeye başladı, bu yıl cari açığı artık konuşmayız diyenler yanılıyorlar. Bu büyüme hırsı devam ederken, küresel piyasalarda yeni sıkıntılar yaşanırsa, ya da Suriye, İran gibi yanıbaşımızda ciddi siyasi çatışmalar başlarsa döviz akışının aynen devam edeceğini düşünenler varsa, ciddi yanılırlar.
Bu arada dün açıklanan cari açık rakamlarının detayları da ilginç. 2011 yılında 77 milyar dolarlık cari işlemler açığının finansmanının 13.4 milyar doları doğrudan yabancı sermaye yatırımı ile 22.1 milyar doları portföy yatırımı ile 18.9 milyar doları net krediler, 8.4 milyar doları efektif-mevduat ve diğer varlık-yükümlülükler ile 12.5 milyar doları net hata ve noksan ve 1.8 milyar doları ise rezervler ile sağlanmış. 2011’de bankaların uzun vadeli dış borç çevirme oranı yüzde 177 reel sektörün ise yüzde 116 olmuş. Küresel likiditede bir sıkıntı olması halinde, bu yüksek döviz borcu ciddi risk oluşturabilir.
12.5 milyar dolarlık net hata noksan kalemi ise spekülasyonu bol ve tehlikeli bir rakam.
Yani yine dış kaynakla, banka ve reel sektörün döviz borcunu artırarak, hatta döviz rezervlerinden yiyerek yüksek büyüdük. Bunun sürdürülebilir bir denge olmadığı açık.
Şimdi unutsak da, bence bu gidişle, Nisan-Mayıs gibi yine cari açığı konuşmaya başlarız.