Vali boş konuşmuyor Japonlar halen EXPO Fuarının ekmeğini yiyor

Ankara’nın çiçeği burnunda valisi Alaaddin Yüksel’i yakından tanırım. Antalya’ya, daha doğrusu Türk turizmine çok önemli hizmetleri geçmiş bir devlet adımıdır.

Vizyonu geniş, çağdaş düşünce yapısına sahip dürüst bir insandır. Dergilerin ve gazeteniz Hürriyet’in Antalya ilgili birçok projesine imza atarken Alaaddin Bey’in bilgi ve görsel arşiv açısından değerli katkılarını çok gördüm. Bunu yaparken de gazetenin değil, bölge turizminin gücüne güç katmak için kolları sıvadığına da adım gibi eminim.
Vali Bey’in ağzından 2020 EXPO Fuarı’na Türkiye’nin, daha doğrusu Ankara’nın talip olması açılımını duyunca hiç şaşırmadım. Zira bu talebini önce Antalya için kamuoyuna duyurmuş ama fiziki yetersizlikten sesini tüm ülkeye duyuramamıştı. Ankara ise bu emeli için biçilmiş kaftan bir kentti ki o da bu bilinçle projesini kamuoyuyla paylaştı. Gerçi ülke insanımız 2015 İzmir için çok ter dökmüş, devletin birçok kademesini harekete geçirmişti ama beklenen sonuç alınamamıştı.
Vali, TOBB başkanı, sivil toplum kuruluşları derken, ağız birliği etmişçesine seslendirdikleri bu EXPO Fuarı’nın ne olduğunu tam anlamıyla biliyor musunuz? Sizi fazla yormadan anlatayım. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere devletin üst düzeyini bile harekete geçiren EXPO Fuarı, merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Sergiler Bürosu (BIE) tarafından düzenleniyor. BIE, 101 ülkenin üye olduğu bir kuruluş ve Türkiye üye ülke olarak 1867 yılından bu yana EXPO fuarlarına katılıyor.

ULUSLARARASI FUTBOL ŞAMPİYONASI KADAR ÖNEMLİ

Biliyorsunuz, 2015 yılında gerçekleşecek EXPO Fuarı için resmi aday ülkeden bir tanesi İtalya diğeri ise Türkiye idi. İtalya “Gezegenimizde beslenme, yaşam için enerji” temasıyla; Türkiye’nin “Daha sağlıklı bir dünya için yeni yollar ve herkes için sağlık” temasını son anda geçti ve EXPO’nun İzmir yerine Milano’da yapılmasını sağladı.
Kimse farkında değil ama EXPO organizasyonu, olimpiyat veya uluslararası futbol ile basketbol şampiyonaları düzenlemek kadar önemli. Zira ülkemize katacağı değerler inanılmaz ölçekte büyük. Nasıl mı? Japonya’da gerçekleşen EXPO 2005 Aichi Fuarı’nda yaşananları aktararak bu sorunun yanıtlarını vereyim.

ROBOT TEKNOLOJİSİNDE GELİNEN NOKTA ŞAŞIRTMIŞTI

Tokyo ve Osaka’dan sonra Japonya’nın üçüncü büyük metropolü ve sanayi kenti Nagoya’da açılan EXPO 2005 Aichi fuarı; 173 hektara yayılan bir alanda gerçekleşmişti. Açık kaldığı altı ayda yaklaşık 20 milyon ziyaretçiye ev sahipliği yapmıştı. “Doğanın Bilgeliği” temasının işlendiği EXPO 2005’e, 120 ülke ile çok sayıda Japon firması katılmıştı. Ülke ve firma pavyonlarında çevre ve bileşim alanında, birçoğu deneme aşamasındaki teknolojiler sergilenmişti.
Şimdilerde günlük yaşamın içine giren pek çok ürünün ilk tanıtımı bu fuarda yapılmıştı. Özellikle otomotiv sektöründe geleceğin araçları ziyaretçileri şaşkınlık içinde bırakmıştı. Robot teknolojisinde gelinen nokta ise şaşkınlığı bir kez daha arttırmış ki şimdilerde hayrete düşüren birçok icadın ilk prototiplerini orada görmüştük. Yani dans eden, futbol oynayan, müzik aleti çalan robotların ilk örneklerini... Belki de içlerinde en ilginci, elektromıknatıslarla raylar üzerinde hareket eden “Limino” isimli trendi. Yedi kilometrelik hat boyunca zeminden altı milimetre yukarıda hareket eden trene binmek, paten sahasında kaymak gibi bir duygu yaratmıştı.

SÜRÜCÜSÜZ OTOBÜSLERLE AICHİ’DE TANIŞMIŞTIK

Bir başka ulaşım aracı da sürücüsüz otobüslerdi. Otomatik Konvoy Sistemi(IMTS) adı verilen bu araçlar, birbirinden 20 metre aralıklarla, raylar üzerine döşenmiş mıknatıslar aracılığıyla otomatik olarak hareket ediyorlardı. 1,6 kilometrelik yolda hareket eden sürücüsüz bu özel otobüslerin en önemli özelliği ise belirlenen hattan çıkıp, normal karayolunda da seyahat edebilmesiydi.
EXPO 2005 Fuarı’nda yayalar için de geleceğin teknolojisi düşünülmüştü. Japonlar, oldukça engebeli olan fuar alanında tepeleri kazıp vadileri doldurmak yerine hiç yokuşu olmayan, ortalama 7,5 metre yükseklikte, 21 metre genişlikte bir yol inşa etmişlerdi. Küresel çember yol, 2,6 km boyunca tüm fuar alanını çevreliyor ve 200 metre mesafede bir ara yol sayesinde istediğiniz pavyona rahatça ulaşmanızı sağlıyordu. Ayrıca yolun orta bölümünde 6 metre genişliğinde elektrikle çalışan araçlar için bir bölüm bırakılmıştı.

EXPO’YA YATIRDIĞI PARAYI ÇIKARDI KAT VE KAT KAR’A GEÇTİ

Özetle, yaklaşık sekiz bin insanın görev aldığı fuarda, son teknolojiler görücüye çıkmıştı. Ve bugün bahsettiğim teknolojiler toplumsal yaşamın bir parçası olarak işlevsel hale getirildi. Japonya hem teknolojik atılımını sergiledi, hem de yeni pazarlara el attı. EXPO için yaptığı masrafı çıkardığı gibi, büyük karlara ulaştı. Üstelik halen para kazanmaya devam ediyor.
Ve gelelim EXPO 2005 fuarının en önemli püf noktasına. Milyarlarca dolar para harcanarak inşa edilen bu fuar alanı işlevini tamamladıktan sonra tümüyle yıkıldı. Yani, yollar, raylar, pavyonlar hepsi yerinden sökülüp satıldı. Yerine de, tekrar doğanın birer üyesi ağaçlar, çiçekler dikildi. Kısacası, doğal parka dönüştü. Kazanansa hem doğa, hem de Japon sanayi oldu. Japonya turizmi ve üretim devleri inanılmaz rakamdaki cirolara ulaştı ki halen de EXPO’nun kaymağını yemeye devam ediyorlar.

HEM HIZLARI HEM SENKRONİZASYONLARI HAYRAN BIRAKIYOR

Söz trenlerden açılmışken Ak Parti iktidarının pek övündüğü hızlı tren olayının Japonya’dan görünen şekliyle değineyim. Bilindiği üzere Japonya’da kara, hava ve deniz taşımacılığı çok ileri düzeyde. Tabii, dünyaca bilinen “Shinkansen” adı verilen, Türkçesi “Mermi Tren” olan hızlı trenleri ön palana çıkıyor. 1964 yılında Tokyo Olimpiyat Oyunları ile hizmete sokulan Shinkansen hızlı trenleri halen dünyanın en hızlı ve güvenilir ulaşım aracı. Japonya’da günde 559 adet sefer yapan bu trenlerin teknolojisini de her geçen gün gelişiyor. Öyle ki, hız limitleri aşılmaya, raylar yerine mıknatıslar sayesinde yerden birkaç milimetre havada yol alarak sürat rekorları kırmaya aday olan trenler hizmete sokulmaya çalışılıyor. Sanıyorum bir yıl sonra bu trenler sayesinde 600 kilometrelik yol 2,5 saatte geçilecek.

SON NESİL NAZOMİLER MERMİ GİBİ GİDİYOR

Şu anda raylar üzerinde hareket eden üç tip hızlı tren var. İlki, Kodama(Yankı) adını verdikleri, her istasyonda duran katar. İkincisi ise sadece şehir ve büyük kasabalarda duran Hikari (Işık) ismini verdikleri bir sonraki nesil tren. Nazomi(Umut) adını verdikleri son nesil tren ise sadece şehir istasyonlarında duruyor. Gidiş gelişli aynı hat üzerinde dakika farkıyla hareket eden bu trenler büyük bir senkronizasyon içinde.
Ulaşım hizmetlerinde bir dünya devi olan Japonya’da hızlı trenler dışında 16 bin kilometresi elektrikli olmak üzere yaklaşık 24 bin kilometre demiryolu ağı var. Buna yaklaşık 4 bin kilometrelik hızlı tren yol ağı dahil değil. Yüzölçümü Japonya’nın iki misli olan ülkemizde ise 8.600 kilometre. Bunlara bir de 10 büyük şehrini ağ gibi ören 36 ayrı metro şirketinin sahip olduğu hat uzunlukları eklenince tüm taşımacılık sorunlarını halletmiş görünüyorlar. Örneğin sadece Tokyo’da bir günde yaklaşık 9,5 milyon insan metroyla seyahat ediyor.

ONLAR 578 KM’Yİ ZORLUYOR BİZ 250 KM İLE ÖVÜNÜYORUZ

Ancak benim bahsedeceğim konu başka. Japonlar hızlı tren teknolojisinde 300 kilometre hıza 1964 yılında ulaştılar. Bizimki ise yeni yapılmasına rağmen saatte anca 250 km hız yapabiliyor! Fransız demiryollarının treninin adı TGV, yani “Yüksek Hızlı Tren”dir. Fransa 1967 yılında 267 km hıza ulaştı ve 1972 yılında 318 km’yi rahatça geçti. Ve geliyoruz bu günlere Fransa ve Japonya şimdilerde saatte 578 km hız ve üstünü deniyor. Bizse en fazla 250 kilometre hıza ulaşabilecek hızlı trenimizle övünüyoruz. Sizcede bu işte bir gariplik yok mu?
Atatürk Cumhuriyeti’nin en büyük özlemiydi, tüm yurdu demir ağlarla örmek. Ama olmadı. Atatürk’ün başlattığı hamle bir türlü tamamlanamadı. Cumhuriyetin bütün hükümetleri, demiryollarına değil de karayoluna daha çok önem verdi. Yurdun dört bir yanı, asfalt kaplandı. Oysa çağdaş ülkelere bakıldığında, kara taşımacılığının büyük bir yüzdesini demiryolları üstlenir. Demiryolları, hem güvenli hem de ucuz ulaşımın en önemli yoludur. Biz bunu başaramadık.

JAPON VE FRANSIZLAR 1970’LERDE TERK ETTİ BİZ YENİ KAVUŞTUK

Son 27 yıldır ise bir “Hızlı tren”dir tutturduk gitti. Amaç; İstanbul ve Ankara gibi iki büyük şehri, demiryoluyla birbirine, en hızlı şekilde bağlamak... Son 25 yıldır iktidara gelen her hükümet bunu başarmak için uğraştı durdu. Ama yine gereken hamleler bir türlü atılamadı.
AKP hükümeti ise yaşadığı korkunç tren kazası sonucu, sanki bu hamleyi mecburen yapmak zorunda kaldı. 2004 yılında Pamukova’da gerçekleşen ve 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan “Hızlandırılmış tren” kazasından sonra, hızlı tren çalışmalarına önem verildi. Böylelikle, Haziran 2003’de temeli atılan Ankara-Eskişehir-İstanbul güzergâhında yolcu ve yük taşıyacak olan hızlı tren projesinin ilk etabı olan 236 kilometrelik Esenkent-İnönü Yüksek Hızlı Tren Hattı’nın inşasına başlandı. Ve geçen yıl devreye sokuldu.
Türkiye, Hızlı Tren’de kullanılan trenleri İspanya’dan alıyor. CAF firması tarafından imal edilen hızlı tren setleri, saatte 250 kilometre hıza sahip. Bir set, 419 yolcu kapasiteli ve 6 vagondan oluşuyor. Ve işin can alıcı noktası biz Japon ve Fransızların 1970’lerde terk ettiği teknolojiyi yeni yeni devreye sokuyoruz. Üstelik yenisiyle aynı, hatta daha pahalı maliyetlerle. Sözün özü, madem sıfırdan başladık, hemen hemen aynı maliyete sahip ileri teknolojiyi niye tercih etmedik?
Yazarın Tüm Yazıları