Yaklaşık bir yıl kadar önce, "Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü" sözlerini söylediği iddia edilen Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilince çeşitli tartışmalar da beraberinde geldi.
Pamuk’a bu ödülün, edebi başarısından değil de siyasi nedenlerden dolayı verildiği yolunda spekülasyonlar yapıldı. Dolayısıyla da bir Türk yazarın ilk kez kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü, bu tartışmaların gölgesinde kaldı.
Şimdi, bu tartışmalara girecek değilim. Benim bahsetmek istediğim konu herkesin hatırlamadığı bir tarihi gerçeği gündeme getirmek. Aslında Türklerin adı, Nobel Edebiyat Ödülü’yle daha önce de anılmıştı. Yugoslav yazar İvo Andriç, bundan tam 45 yıl önce, "Drina Köprüsü" adlı romanıyla 1961 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi olmuştu. Hem de Türklere duyduğu sempatiyi anlattığı bir romanla.
Andriç, bu romanında 1500’lü yıllarda, Sokullu Mehmet Paşa tarafından Bosna Hersek’in Vişegrad kentinde Drina Irmağı üzerindeki köprüyü yazıyordu. Yıllarca Osmanlı’nın Balkanlar’daki en önemli üslerinden birisi olan bu köprünün konu edildiği romanda, Osmanlı İmparatorluğu’nun, yani Türk tarihinin Balkanlar’daki seyri, kuvvetli ve zayıf yönleri anlatılıyordu. Kaderleri bir köprü etrafında birleşen,Boşnak, Sırp ve Türklerin gelenek ve görenekleri, hayalleri konu ediliyordu. İvo Andriç, diğer birçok yabancı yazarın aksine Türkleri yermiyor, anlatımını objektif ve tarafsız bir dille gerçekleştiriyordu. Hatta zaman zaman Türklere duyduğu sempatiyi de gizlemiyordu.
Sonuçta Orhan Pamuk kazanana kadar bir Nobel Edebiyat Ödülü alamadığımız için tasalananlardan iseniz, üzülmeyin. Bu yazıyı okuduktan sonra bir çok fikriniz değişecek! Anlayacaksınız ki, aslında Osmanlı şemsiyesi altından iki Nobel ödüllü yazarımız var.
İngiliz yazar John Banville kendisiyle yapılan söyleşide, İrlanda kökenli İngiliz yazar ve sanatçıların uzun bir listesini yapıyor ve İngiliz edebiyatı içindeki zengin "Irish" (İrlandalı) damarını vurguluyordu. İşte 1960’lı yılların önemli dergilerinden Dost’a bu vurgulama çağrışım yapmış: Sahi, İngilizler, yönettikleri milletlerin ve dillerin İngilizce içindeki maceralarını "İngiliz edebiyatı" içinde mütalaa ederken, biz neden aynısını Osmanlı için düşünmeyiz? Mesela bir Boşnak edebiyatı, bir Gürcü, Arap, Yunan, Sırp, hatta Macar edebiyatı neden Osmanlı edebiyatı şemsiyesi altında değerlendirilmesin? Öyleyse "Osmanlı edebiyatı" terimini de yeniden tartışmaya açmamız gerekmez mi?
Balkanlardan Kafkaslara, Adriyatik’ten Hint Okyanusu’na kadar uzanan muazzam Osmanlı Devleti’nin bünyesinden onlarca devlet, onlarca millet doğdu. Bu devlet ve milletler Osmanlı’nın etkilerini üzerlerinden kazıyamadıkları gibi, tam tersine, bu bir daha bulamayacakları zengin ve verimli etki sayesinde başarılarda kazandılar. Yaşar Kemal, Nobel’i alamadı ama, Osmanlı kökenli bir yazar, yani İvo Andriç edebiyat dünyasının bu en büyük ödülüne sahip oldu.
Velhasıl, İvo Andriç iki açıdan Osmanlı’dır. Bir: Henüz Osmanlı atlarının terinin soğumadığı bir zamanda ve mekánda dünyaya gözlerini açması ve oradan beslenmesi anlamında. İki: Eserine bu batmakta olan dünyanın son ışıklarını, veda türküsü olarak serpiştirmesi anlamında. Şimdiki Nobel heveslilerinin yaptığı gibi, kendisi Osmanlı olabilirdi, ama eseri başka telden çalabilirdi. Andriç, asla bunu yapmadı. Osmanlı’yı ciddiye aldı. Eleştirdiği tarafları olsa bile, kendisini bir Osmanlı varisi olarak gördü. Geçmişinden utanmadan, ona sövmeden, onunla yüzleşti, ondan beslendi ve kazanan kendisi oldu. Öbür Nobelli Osmanlı torununu ise siz değerlendirin.
Dünya markası olmanın yolunu nihayet keşfettiler
Yaklaşık 40 yıl önce kurulan Özaltın şirketi, müteahhit firması olarak faaliyete geçti. Ve çok geçmeden de baraj, sulama tesisi, otoyol, hastane ve enerji nakil projelerini yürüten dev bir şirket yapısına büründü. Bugün, Türkiye’nin en büyük alt yapı projelerinde imzası var ve dünya standartlarında ödüllü turizm tesisleri inşa edip, işletiyor. 200 bin metre kare alana yayılmış seralarında ise özel teknolojiyle meyve sebze üretimi gerçekleştiriyor. İşte, bu dev şirketin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Özaltın geçenlerde önemli bir kararlarını açıkladı. "Londra’da, İstanbul’da ve Amerika da otel zinciri kurmak için kolları sıvadık"
Aynı tarz açıklamaları Rixsos’ların patronu Fettah Tamince, Joy Otellerin sahibi Akın Yılmaz gibi turizm yatırımcıları da yapıyor. Anlaşılan o ki, Türk turizmcisi Dünya markası olmak için enternasyonal bir yatırıma ihtiyaç olduğunu nihayet keşfetmiş durumda.Sevindirici olanı ise bu fark edenlerin büyük kısmının Ankaralı yatırımcılar olması.
Diyalog Grubu toplantıları
Merkezde yeni bir siyaset arayışı başlatan ve adını "Diyalog Platformu" koyan grup, üst üste toplantılar gerçekleştiriyor. Sağ ve sol kesimden pek çok ünlü ismi bünyesinde barındıran bu hareket, şimdilik partileşmek için çaba da göstermiyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu ve sürüklendiği durumdan rahatsız olan, Cumhuriyet ve milli devlet değerlerine sağ-sol demeden ortak payda altında sahip çıkmaya kararlı olduğunu vurgulayan platform; ilkelerini, tespitlerini ve çözüm önerilerini milletle paylaşmaya hazırlanıyor. İlk etapta da görüşlerini; açıklama, panel ve gazete ilanlarıyla kamuoyuna duyuracak. Ankara siyasi çevreleri, Diyalog Platformu’nun dağınık olan merkez siyasetinde önemli bir toparlanma adayı ve sinerji merkezi olabileceğine işaret ediyor.
16 Mart 2006 tarihinde Kent Otel’de toplanan Diyalog Grubu’nun 80 katılımcısı, toplantı başkanı Kamran İnan’ın basın açıklaması ile kuruluşunu kamuoyuna duyurdu. Gruba, Türkiye çapında yaygın çok sayıda sivil toplum hareketinin ve oluşumunun da katılması bekleniyor. Partileşmeye ya da mevcut siyasi partilerden birine katılıp katılmamaya henüz karar vermeyen hareketin, 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de desteğini aldığı konuşuluyor.
Gelelim Diyalog Grubu toplantılarına katılan önemli isimlerden bazılarına: Aydın Menderes, Prof. Mehmet Haberal, E.Orgeneral Hurşit Tolon, Prof. Süheyl Batum, Ufuk Söylemez, Ayfer Yılmaz, Mehmet Nuri Yılmaz, Yaşar Nuri Öztürk, Yaşar Okuyan, Canip Karakuş, Ömer Büyükhanlı, Mehmet Gür, İstemihan Talay, Tahir Köse, İlhan Aküzüm, Halit Dağlı, Turgut Özakman, Didar Eser, Fethi Balayır, Fatih Karaca, Ali Bozer, Hasan Ünal, Birten Gökyay, Ali Ilıksoy, Sümer Oral, Hasan Ekinci, Veli Sarıtoprak, Kamran İnan.