Artık her şeyin, ama her şeyin tarifi değişti. En başta da kadın- erkek ilişkilerinin tarifi. Fırıncının kızı ve samanlığın seyran oluşuyla açıklanan aşkın tarifi bile günümüzde daha esnedi.
Yasak, umursamazlık ve bencillik erkeğin elinden alınan bir silah... Evine ve erkeğine bağımlı kentli kadın, yaşama bağlı kadına dönüşüyor. Siber seksin kablolara taşıdığı duyguları ve tatmini kendine döndürmesi için erkeğin, önce kadının başını döndürmesi gerekiyor. Kolay değil tabii, siber dünyada seçici olan kadının sizin üstünüzü tıklaması.
Geçmiş yıllarda gördüğümüz kadından çok farklı bir kadın var artık karşımızda. Yenilenmiş, estetiği cinsellikten soyutlayıp, "kendine özen"e çevirmiş bir kadını, etkilemek çok kolay değil. Hele hele yasaklar zinciriyle kadını sosyal yaşamın kıyısında tutmak hiç kolay değil.
Yenidünya düzeninden nasibini almış Türk kadını ise toplumsal yaşamda ağırlığını hissettirdikçe bazı şeyler daha da güzelleşiyor. Yasaklarla örülü duvarlar bir bir yıkıldıkça da mutlu olan ve partnerini mutlu eden kadınlar yaşama renk katıyor. Ancak bir yandan da halen süren yasaklar zincirinden kurtulmanın yollarını arıyor.
Örf, adet, din, ahlak ve hukuk kurallarınca ortaya konan yasaklar, Osmanlı’dan günümüze kadar kadına, farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Bu yasakların bir kısmı bugün hiç uygulanmıyor olsa da, belli zaman dilimleri içinde hayata geçirilenler yüzünden bu esareti kıramamanın bedelini, yaşamları ile ödeyen kadınların sayısı azımsanmayacak sayılara ulaşıyor. İşte bu hafta kadına uygulanan ilginç yasakları köşeme taşıyacağım. Günümüzde süren sıkıntıları tekrar gündeme getirmek yerine de Osmanlı döneminde uygulanan yasakları hatırlatacağım. Bakalım bugün bile geçmişin özlemiyle yanıhp tutuşanlar aşağıdaki satırlarda aktardığım trajikomik yasaklar için ne düşünecekler?
OSMANLI’DA YASAKLAR VE KADIN
Osmanlı toplumunda yasaklar, kadının toplumsal hayatını büyük ölçüde etkilerken, tepkilerin cılız kaldığı yadsınamaz bir gerçek. O dönemde kadının evde oturması gereken bir süs eşyası olduğu belgelerle saptanıyor. 1453’de İstanbul’un fethinden, l909 2. Abdülhamit devri sonlarına kadar, yani 456 yıl kadınların erkeklerle beraber kayığa binmeleri yasaklar listesinin başında yer alıyor. 25’inci Osmanlı Sultanı 3. Osman tahta çıkması ile birlikte bir ferman yayınlıyor. Padişahın sokağa çıktığı üç gün boyunca, kadınların süslenerek dışarı çıkması yasaklanıyor. l573 yılında kadınların kaymakçı dükkánlarına girmesine izin verilmiyor.
Lale devrinde dar feracelerin giyilmesi men ediliyor. Ayrıca gösterişli uzun yakaların, yemenilerin, kurdelelerin kullanılmasına yasak getiriliyor. l725 yılında ise kadınların yemeni ile sokağa çıkmalarına izin verilmiyor. Süslü ve büyük başörtüsü kullanan kadınların, elbiselerinin yırtılacağı ve bu tür elbiseler diken terzilerin de sürüleceği fermanı veriliyor. l752’de kadınların sevgilileri ile buluşmalarını önlemek için, mesire yerlerine gitmeleri engelleniyor. l870 yılında açılan kız öğretmen okulunda, on yaşından büyük kızlara erkek öğretmenlerin ders vermesi yasaklanıyor.
KADINLARIN ERKEKLERLE AYNI KAYIĞA BİNMESİ YASAK
Yıllar geçtikçe yasaklar şekil değiştiriyor, ama eksilmiyor. l5 Ağustos l88l yılında Levant Herald Gazetesi, halka açık yerlerde kadınların çarşafla dolaşmasının yasaklandığını açıklıyor. Kadınların Beyazıt, Aksaray, Şehzadebaşı gibi yerlerden araba ile geçmeleri de men ediliyor. Aynı yıllarda, kadınlara, laf atmak, işaret etmek ceza kanunun 202. maddesine göre suç sayılıyor. 2. Abdülhamit ferman yayınlıyor: Saray kadınları dışındakilerin ferace giymelerini yasaklıyor.
Osmanlı döneminde de şimdi olduğu gibi kadınların dövülmesine büyük tepkiler gösterilmiyor. Ancak o dönemde, yabancı basın, bu konuyu değişik şekillerde işliyor. Sultan 1. Mahmut, kadınların erkeklerle aynı kayığa binmelerini yasaklıyor. Sultan 3. Mustafa da kadınların her ne şekilde olursa olsun, sokağa çıkmalarını men ediyor.
KADINLARA ÖZEL TRAFİK KURALLARI
Yavuz Selim’in Kanunnamesi’nde, kadınların su taşıdıkları yerlerde erkeklerin dolaşması yasaklanıyor. Kadınların erkeklerle yan yana gelmesini önlemek için, tramvay, vapur ve şimendifer gibi araçlarda tahta bölmeler yapılıyor. Çoğu zaman ev ziyaretlerinde kadınlarla erkekler ayrı ayrı odalarda oturuyorlar. l900’lü yılların başında da, ulaşım araçlarında kadın ve erkek ayrımı uygulaması sürdürülüyor. Kadınların kocaları ile faytona binmeleri de men ediliyor. Yasak olmayan ve olan sokaklardan oluşan, yasak mesire yerlerinin belirlendiği, bir şehir haritası yaratılıyor. Kadınların ne tür araçlarla, hangi yönde hareket edeceklerini belirleyen bir trafik kuralı hayata geçiriliyor.
1914 yılında yayınlanan bir ferman ise, Türk kadınlarının ince kumaşlardan yapılmış çarşaf ve yeldirme ile dolaşmalarını yasaklıyor. Kadınların, şarkı söylemesi, tiyatroya gitmesi, ticaret ile uğraşması resmen olmasa da fiilen yasaklar kapsamına giriyor. Ayrıca kadınların toplu halde bazı yerlerde bulunmaları da yasaklanıyor. Rüşvet o dönemde de yasaklar içindeki yerini koruyor. Hele rüşvet veren kadın olursa suçun affı olmuyor.
Ve geliyoruz bu günlere. İletişim çağının getirdiği olanaklarla haklarını bir bir öğrenip, elde eden kadın halen yasaklarla boğuşuyor. Hatta zaman zaman kazanmış olduğu hakların geri alınmaması için mücadele ediyor. Bir yanda Osmanlı döneminin özlemiyle yanıp tutuşup, Ortaçağ kurallarına göre hareket tarzı benimseyen erkeklerin karşısına dikiliyor, diğer yandan da bu uğurda canını feda ediyor.
ATATÜRK ’ÜN YADİGARI ASIRLIK ÇINAR YOLUNA DEVAM EDİYOR
Birçok Ankaralının kalbinde özel yeri olan çok özel bir restorandan bahsedeceğim. Alkollü mü, alkolsüz mü olsun tartışmalarının yaşandığı bu mekanın adı Merkez Lokantası. Tam 79 sene önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün özel mutfağı olarak Atatürk Orman Çiftliği’nde açılan ve 1930 yılında restorana dönüşen muhteşem bir yer. Atatürk, akşam yemeklerinde devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet ettiği, ülkenin sorunlarını tartıştığı ve sık sık gidip dinlendiği bu mekanı 1937 yılında varlığının büyük bir kısmıyla beraber hazineye bağışlamıştı. Daha sonraki yaklaşık 20 yıl boyunca müşterilerine hizmet veren restoranın 1956 yılında Alman mimarlar tarafından bahçe düzenlemesi yapılmış ve salonları büyütülmüştü. Bu süre zarfında Tarım Bakanlığı’nın işlettiği Ata yadigárı restoran 1964 senesinde özelleştirilmişti. Daha sonraki sahipleri de bu tarihi mekánı koruyarak bugünlere getirmişti.
Restorandan içeri adım atanlar, ilk önce Atatürk’ün nüfus cüzdanı veya İsmet Paşa’yla beraber yemek yiyip sohbet ederken çekilmiş bir fotoğrafıyla karşılaşır. Türk Mutfağı’nın egemen olduğu restoranda sizi bekleyen mönü ayrıca dünya mutfağının seçkin örneklerini ve mevsim balıklarını içerir. Yemeklerin yanı sıra yerli ve yabancı tüm içki çeşitlerini bulmanız mümkün... Restoranın özel yemekleri arasında Kuzu Tandır, Kuzu Fırın, Ankara Tava, Su Böreği ve Kuru Fasulye ise tavsiye listemin ilk sıralarında.
Bu arada Merkez Lokantası’nın özel içkisi "Sarı Votka"yı ise mutlaka tadın. Bu içkinin hazırlanması için bir şişe votkanın içerisine limon kabuğu, karanfil ve çok az da tarçın konuluyor. Ardından bu karışım 2 hafta bekletiliyor. İki haftanın sonunda limon kabuğu, karanfil ve tarçının kokusunu ve rengini alan içki konuklara greyfurt suyu eşliğinde sunuluyor.