Kokanboğa’dan kurtulup Esenboğa’ya kavuştuk

BAŞKENT’İN en önemli giriş kapılarından biri olan Esenboğa Havalimanı’na her gidiş gelişimde hayran hayran bakıp, bir Ankaralı olarak gururlanırdım ki, halen fikrim değişmiş değil. Ancak, her derin nefes alışımda da hayıflanır, kızardım...

Benim gibi bölgede bulunan herkesin genizlerini dahi yakan o tezek kokusu nefret hissi uyandırırdı. Sanki Esenboğa’ya değil de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle “Kokanboğa”ya gelirdik.
Bir türlü önü alınamayan bu koku, sırf yolcuları değil, havalimanı yetkililerini de canından bezdirirdi. Çünkü tüm yolcular kokuyu onlara, onlar da belediye yetkililerine şikayet edip dururdu. Sonuç mu? Bir türlü sorun çözülmezdi. Zira Çubuk ilçesinin ana geçim kaynaklarından biri olan hayvancılık sektörü bu kokunun ana kaynağıydı.
Havalimanının hemen dibindeki ahırlar, tavuk çiftlikleri, gübre döküm alanları, Çubuk hayvan pazarı, kokunun çıkış noktasıydı. Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Çubuk Belediyesi tarafından ortaklaşa yürütülen çalışmalar ise hiçbir zaman yeterli sonuca ulaşmazdı. Kısacası bu iğrenç kokuyu hem koklar, hem de ülkemize gelen yabancı misafirlere koklatırdık.
Dikkat ediyorum uzun zamandan beri bu koku kayboldu. Nedenini ve çözümünü ise geçenlerde bir yemekte buluştuğum Ankara Valisi Alaaddin Yüksel sayesinde öğrendim. Valilik ve belediye olarak hayvan çiftliklerini sıkı denetime tabi tutmuşlar, tutmakla da kalmayıp havalimanından bir hayli ötedeki yeni organize sanayi bölgesine taşımaya başlamışlar. Ancak daha da önemlisi, hayvanların dışkısını gübre olarak kullanan kesme çiçek ve meyve yetiştiricilerini başka bölgeye nakletmişler.
 Şimdilerde Ankara’da gitgide ciddi bir potansiyel oluşturan meyve ve kesme çiçekçilik sektöründe 60 civarında firma varmış. Bunların hayvan dışkılarını gübre olarak araziye yaymaları, hele hele toprağın daha derinlerine kadar nüfus etmesi için delikler açması kokunun ana sebeplerinden birini oluşturuyormuş. Şimdi bu sektör yatırımları başta Kazan ilçesi olmak üzere başka yerleşim alanlarına taşınmış. Dolayısıyla da Esenboğa’daki koku eziyeti son bulmuş.
GÖKÇEK’İN PARASI ADRESİNİ BULDU
Geçen hafta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’den tazminat kazandığımı yazmıştım. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararını onamış ve Melih Gökçek’i yaptığı hakaretlerden dolayı birikmiş faizleriyle beraber şahsıma tam tamına 9.616 Lira para ödemesine karar vermişti. Bu müjdeli haberi sizlerle paylaştıktan sonra da banka hesabıma yatan parayı nerede kullanmam konusunda fikrinizi sormuştum. Yazının çıktığı gün elektronik posta adresime yüzlerce mail geldi. Çoğunun içeriğinde paranın kullanımı konusunda birbirinden farklı fikirler vardı. Hepsini okuyup, birebir yanıtlamam ise iki günümü aldı.
Elektronik posta mesajlarında parayı harcama yöntemlerine yönelik ilginç fikirlerin yanı sıra kişisel yardım talebinde bulunanlar bir hayli fazlaydı. Toplumumuzdaki fakirlik, fukaralık, işsizlik ve borç batağında kıvranma bu taleplerin neredeyse ortak noktasıydı. Eğitim harcaması ya da projesi için para bekleyen başta öğrencilerin satırları ise yürek burkacak kadar dramatikti. Bu paradan bir kısmını istiyorlardı. Sonuçta bir karara vardım. Gökçek’den gelen parayı kişilere değil, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, LÖSEV gibi kurumlara bağışlayarak harcamayı uygun gördüm. Gereğini de hemen yaptım. Bir de fakir ama kimseden yardım dilenmeyecek kadar onurlu bazı ailelere karınca kararınca destekte bulundum. Şimdi içim rahat.
TOKKEN AÇIN HALİNDEN ANLAMAYANLAR VARKEN
Kızılay meydanında döner ekmek, simit dağıtma gibi fikirler de geldi. Bu iş bana göre değil. Zira tokken açın halinden anlamayıp, bedava diye kuyruğa giren insanların olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Hiçbir gayret göstermeden kömür, gıda malzemesi, hatta kıyafete sahip olanların, ülkenin değil kişisel menfaatlerinin peşinde koştuğu bir süreçte ateşe körükle gitmenin manası yok. Elbette ki fakire, fukaraya el uzatılmalı ama bu çağdaş ülkelerdeki gibi sosyal devletin işi olmalı. Bizler de devletin kontrolündeki Kızılay Genel Merkezi, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi kuruluşlar ile yine devletin sıkı denetimindeki vakıflara bağışlarımızı yapmalıyız. Asli görevi kente alt ve üst yapı hizmeti sunmak olan belediyeler ise bu misyondan uzak tutulmalı. Nasıl mı? Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin internet sitesine girin, anlarsınız.
ANKARA’LILARIN YÜZDE 17’SİNE YARDIM
Açıklanan verilere göre: 2011 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi 174 bin 579 aileye gıda ve temizlik malzemesi içeren 62 kiloluk beş koli halinde yardım yapmış. Bu yardımın ilçelere göre dağılımı Ankara’nın sosyal, ekonomik ve siyasal haritasını ayan-beyan ortaya koyuyor.
- Altındağ’daki 37 bin 85 aile yardımların yüzde 21.24’ünü,
- Mamak’taki 31 bin 830 aile yardımların yüzde 18.23’ünü,
- Keçiören’deki 24 bin 913 aile yardımların 14.27’sini,
- Sincan’daki 22 bin 941 aile yardımların 13.14’ünü,
- Yenimahalle’deki 14 bin 758 aile yardımların 8.45’ini,
- Çankaya’daki 10 bin 604 aile de yardımların 6.07’sini almış.
Bir ailenin ortalama beş kişiden oluştuğu düşünülecek olursa 2011 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden gıda ve temizlik malzemesi desteği alan vatandaş sayısı 872 bin 895’i buluyor. Başkentte bu sayının nüfusa oranı ise yaklaşık 17.45 seviyesinde.
NİHAYET ÇANKAYA’DAN SES GELDİ AMA!
Neyse biz tekrar geçen haftaki köşe yazıma dönelim. Gökçek Villası ile bundan böyle benim değil, Çankaya Belediyesi’nin ilgilenmesi gerektiğini, daha doğrusu görevini yapması gerektiğini aktarmıştım. Çankaya Belediye Başkan Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe, yazının çıktığı gün şöyle bir açıklama gönderdi:
“Bugün Hürriyet Ankara’da çıkan yazınızı okudum. Bu konuyla ilgili yıllardır yazdığınız yazıları ve gösterdiğiniz kararlı ve kamu yararı gözeten mücadeleyi büyük bir saygıyla karşılıyorum. Üzerinde titizlikle durduğunuz yönetici etiği ve kamu yararı acısından bu çok önemli konu bir görev olarak gecen yıl yaz aylarından bu yana Belediye Başkanımız Sayın Bülent Tanık tarafından çözüme kavuşturulup halkın kullanımına açılmak üzere tarafıma tevdi edildi. Ben de yargı süreçleri ve mevcut durum doğrultusunda gerekeni yapmak için bir süredir çalışıyorum. Ancak bir dizi eksiklik, sorun nedeniyle gereken çözümün hayata geçmesi bir miktar gecikti. Bu gecikmeye mazeret bulmak gibi bir niyetim yok. Zira görevim gerekeni en kısa sürede yapmak. Yine de bir kaç küçük bilgi vermek isterim.
Bahse konu işgale uğramış park alanı ile ilgili yargı süreçlerinin sonuçlanması ardından belediyemiz geçen yıl yaz aylarında park alanını teslim aldı ve panosunu alana yerleştirdi. Ancak parkın geniş halk kesimlerinin kullanabileceği biçimde giriş düzenlemeleri, bitkisel yenilemesi ve oturma vb park elemanları ile zenginleştirilmesi işlerini tamamlayamadı. Bu yıl kış şartlarının çetin geçmesi ve inşaat sezonunun geç başlaması nedeniyle Mart ayı başında anılan alanda yapmayı tasarladığımız tadilata henüz başlanamadı. Ancak çalışma programımız içinde Nisan ayı içinde söz konusu park alanını halkın etkin kullanımına açacak düzenlemeleri yapmak geliyor. Konunun takipçisi olacağımı ve yaz ayları gelmeden parkın giriş düzenlemelerini yapıp, halkın özgürce kullanabileceği bir bicimde kullanıma açılmasını sağlayacağımı bilgilerinize sunmak isterim. Sizi, kazanmış olduğunuz etik değerler ve kamu yararı acısından örnek dava nedeniyle bir kez daha yürekten kutluyor, yargı kararlarının kesinleştiği bu aşamadan sonra gereğini yapmanın tarafımca en temel sorumluluk olarak algılandığını takdirlerinize sunuyorum.”
YASAK BÖLGE TABELASINDAN FARKI YOK
Öncelikle Buğra Bey’e bu hassas davranışından dolayı teşekkür ederim. Ancak hatırlatmak isterim ki geçen yazdan beri Ankara’da en fazla dört ay kar esareti yaşadık. Bence halkı park alanına kavuşturmak için ekiplerin organizasyonu bir gününüzü alır, yeterki harekete geçin. En azından ilk kazmayı vurmak için... Yıllardır bekledik, bir kaç gün daha bekleriz. Yoksa vatandaş gibi park alanının dışında duran tabelanın bir anlamı kalmaz. Ben halen o tabelayı “Dikkat! Yasak bölge” tabelasından farklı görmüyorum.
Son söz olarak Neyzen Teyfik’in kaleminden çıkan o meşhur dizeleri herekese hatırlatmak isterim. Ne diyor üstat;
Üzülüyorsun, takma diyorlar.
Kızıyorsun, değmez diyorlar.
Boş veriyorsun gamsız diyorlar.
Konuşuyorsun, muhatap olma diyorlar.
Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar.
Alttan alıyorsun, tepene çıkardın diyorlar.
Bağırıyorsun, sakin ol diyorlar.
Aklı başında davranıyorsun, bu kadar uslu olunmaz diyorlar...
Ölünce ne diyecekler?
Muhtemelen... Ölüm sana yakışmadı.
Normal tabii, dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler.
Yazarın Tüm Yazıları