Keşke herkes onlar gibi gönül sarayına girmek için çabalasa
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Son zamanlarda bakıyorum, kesesini, ya da makam koltuğunu doldurmuş birçok kişi aile soyağacında asalet peşinde. Kimi önemli görevlerde bulunmuş bürokrat veya politikacı aile bireyleriyle övünüyor, kimi şeyh ya da şıh sıfatını yakıştırdığı atalarıyla...
Ya saraydan geldiğini söyleyecek kadar asalet peşinde koşanlara ne demeli? Tabii espri dolu cevaplar hemen hazır. ‘Aksaray’dan mı, yoksa Yerebatan Sarayı’ndan mı geliyorsunuz?’ Adamın yedi ceddini sorup, soruşturuyorsun; bırakın Dolmabahçe Sarayını, İstanbul’un yakınından bile geçmemiş. O zaman ‘Sizin saray, hangi kervansaray?’ diye müstehzi müstehzi gülmeye başlıyorsun. Belli ki ailesi ve kendisinin son görüldüğü saray, ‘Simit Sarayı!’.
Bir başka sonradan görme takımı ise ailesinin göç ettikleri şehirde bulunan malı ve mülkünden bahsediyor. Babasının (ki aralarında dedem diyen de çıkabiliyor), arazilerinin bir kısmını satıp, Ankara’ya geliş öyküsünü anlatıyor. Bir ebeveynlerinin geldiği dönemdeki yerleştikleri semte bakıyorsun, bir de mesleğine; ‘Sizin memlekette o sıralar arsa fiyatları pek ucuzmuş!’ diye içinden geçiriyorsun. Her halde babası, ya da dedesi inşaat işçiliğini hobi olsun diye yapıyordu! Bulundukları semtteki gecekondu da her halde kır evleriydi! Belli ki ataları inşaat işçiliği, taşeronluk, yapsatçılık derken, çalışıp didinmiş ve bugünkü konuma gelmiş.
BU KADAR SENARYOYA NE GEREK VAR
O halde bu kadar yalan niye? Cevabı gayet basit; Para ile şöhreti kısa zamanda bulan ve alt yapısını oluşturmamış hazımsız tüm insanlarda olduğu gibi sahte dünyalar yaratmaya bayılıyorlar. İnanın, bu kadar yalan, o para ile gücü sağlayan baba ve dedelerinde hiç yok. Adam kendinden sonra gelen kuşağa güzel bir ortam hazırlamış ama geçmişini hiç inkar etmiyor. Zaten inkar edecek bir şeyi de yok ya! Alın terini dökmüş, aklını çalıştırmış, risk alıp bu günlere gelmiş. Aslında eli öpülecek bir insan ama çocuk ve torunları bunun farkında bile değil. Varsa yoksa bir asalet arayışı. ‘Peki, kurulan bu düzende sen ne yaptın?’ diye soracak olsan, inanın yüzde 95’inin verecek cevabı bile yok. Üstelik işleri daha da ileriye götürmek gibi bir dertleri de yok.
O EMNİYET VE ADLİYE SARAYINA DEĞIL GÖNÜL SARAYINA LAYIK
İşte bu tür insanlar için marka giysiler, arabalar, lüks evler ve etrafa saçılan paralar kadar geçmişe yönelik uydurulanlar da çok önemli. Peki, bunları niye mi yazdım? Her geçen gün biraz daha sosyal, kültürel ve sanatsal yaşamdan kopan Ankara’nın sosyal hayatı için. Sonradan görmeler yüzünden Başkent her gün biraz daha kan kaybederken, beyin ve sermaye göçüne de boyun eğiyor. Malumunuz her dönemin kendine has bürokratları, politikacıları ve zenginleri var. Son yıllarda bu göçün hızlandığını ve kalanların bir çoğunda da asalet konusunda yalanların havada uçuştuğunu görüyorum. Halbuki abartıdan uzak gerçekler sizi daha değerli kılacaktır.
Ayrıca birçoğunun bilmesini isterim ki ‘Gönül Sarayı’na girenler gerekli sevgi ve saygıyı kendiliğinden hak ediyorlar. Tıpkı birkaç gün önce kaybettiğimiz Profesör İhsan Doğramacı gibi. O Irak’ta gerçek bir sarayda doğup, Bilkent’te saray gibi bir evde yaşamını sürdürmüş bir kişi. Ancak, bunlarla hiç övünmeyip, çok çalışmış ve Hacettepe, Bilkent, Tepe Grubu gibi dev eserler bırakmış bir şahsiyet. Tıpkı Başkent Üniversitesi’ni yaratan Profesör Mehmet Haberal gibi... Ancak ona emniyet ve adliye saraylarını reva görenler maalesef gönül saraylarımızı taciz etmeye devam ediyorlar.
HEM AİLE BÜTÇENİZ HEM DE FAKİR FUKARA KAZANSIN
Gönül sarayımıza girmeye başlayanlardan biri de Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar. Bu göreve geldiğinden beri onun icraatlarını dikkatle takip ediyorum. Zira belediyecilik adına çok güzel işler yapıyor ve başka belediyelere örnek olabilecek projeleri hayata geçiriyor. Bunlardan biri de Yenimahalle İlçesi’ndeki hemşerilik bilincini canlandırmak ve sadaka kültürüne son vermek amacıyla başlattığı ‘Yenikart’ projesi. Yenimahalleliler, Garanti Bankası ile ortaklaşa yürütülen bu uygulama sayesinde gıdadan giyime, belediye hizmetlerinden sağlık hizmetlerine kadar birçok gereksinimi ucuza karşılarken, yoksullara yardım şansını da yakalıyor. Başka bir deyişle, bir yandan indirimli alışveriş yaparken, diğer yandan da kendi il sınırları içindeki ticari yaşamın canlanmasına katkı sağlıyorlar. Daha da önemlisi kart sahipleri, anlaşmalı işyerlerinde indirimli alışveriş yaparken puan kazanıyor ve kazandıkları bu puanlarla muhtaçlara yardım etme olanağı buluyor.
İNSANLIK ONURUNA YAKIŞAN YARDIMIN MİKTARI HİÇ DE AZ DEĞİL
Yardım dediysem de öyle eften püften miktarlarda değil. Kart sahipleri, aybaşlarında fakir her ailenin eline 200 lira gibi bir rakamın geçmesini sağlıyorlar. İsterseniz konuyu biraz daha açayım ve sistemin nasıl yürüdüğünü anlatayım. Anlatayım ki, diğer belediye başkanlarını da örnek olsun.
Yenimahalle Belediyesi, sınırları içindeki birçok işletmeyle indirim sözleşmesi imzalıyor. Fırıncılardan marketlere, giyim mağazalarından lokantalara kadar birçok işletme, Yenikart sahiplerine daha ucuz mal satarken, banka da belediyenin oluşturduğu fona puan yüklemesi yapıyor. Fonda biriken bu puanlarda belediyenin yoksul ailelere dağıttığı kartların hesap numarasına yükleniyor. Ailenin kadınları adına çıkan bu kartla da yoksullar anlaşmalı bütün işletmelerden 200 liralık puana denk gelecek her çeşit ürünü ücretsiz alıyor. Yani isterse marketten gıda malzemesi, isterse de mağazadan kıyafet alabiliyor.
BU PROJE OY İÇİN SİYASİ ŞOVA ‘DUR’ DİYEBİLİR
Bu projenin en güzel tarafı ise yoksulların siyasi şova kurban gitmemesi ve kimliklerinin belediye kayıtları dışında deşifre olmaması. Kısacası parasıyla bir ürünü indirimli alanlar, bankanın vereceği puanlarla yoksula katkı sağlamanın gururunu yaşıyor. Tabii belediye de bu projenin şeffaf olması için sıkı bir denetim mekanizması kurarken, esas işi olan belediyecilik hizmetlerini sekteye uğratmadan yerine getiriyor. Açıkçası, benim gibi birçok kişi belediyelerin bedava kömür, gıda maddesi, kılık kıyafet dağıtmasına çok kızıyor. Zira belediyeye ödenen vergilerin hizmet olarak geri dönmesi beklenirken, oy avcılığı için bedava kömür ve erzaka harcanmasını içine sindiremiyor. Ayrıca paketler dağılırken yaratılan izdihamı, yoksul vatandaşlarımızın medyaya yansıyan görüntülerini insanlık onuruyla bağdaştıramıyor. Devlet, elbette ki yoksul insanların yardımına koşmalı, ama yol, su, ulaşım, elektrik gibi işlevleri yerine getirmesi gereken belediyeler kanalıyla değil. Devlete ait sosyal kurumlar bunu pek ala yapabilir ki, bu tip kurumlarımız da mevcut. İnşallah Fethi Bey’in bu projesi dört dörtlük işler de diğer belediyelere örnek olur. Kendisini kutluyor ve başta Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek olmak üzere AKP’li yetkililerin işleyişe çomak sokmamasını diliyorum. Zira bırakın da muhtaç insanlar ihtiyaçlarını deşifre olmadan giderebilsin. Yapmanız gereken sadece biraz oy kaybına tahammül etmeniz.
KUR’AN-I KERİM PARAYLA SATILMAMALI
Hazır söz fakir fukaradan açılmışken önemli bir soruna daha değinmek istiyorum. Uzun zamandan beri buzdolabından kanepeye, ders kitabından kalem kâğıda kadar her şeyi ihtiyaç sahibi vatandaşa bedava dağıtanlar, nedense kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in para ile satılmasına göz yumuyorlar. Hâlbuki yüce kitabımızda bu konuda ayetler var. Allah, Kur’an da, “Benim ayetlerimi basit bir ücret karşılığında satmayın” diyor. Ama sözde din âlimleri Kur’an’ı para ile satmaktan geri kalmıyorlar. Hal böyle olunca da ekmek alırken bile zorlanan halk, kutsal kitabına bir türlü ulaşamıyor. Buna karşılık tarikatlar kendi işine gelen yorumları halka ücretsiz olarak dağıtarak inanç sistemine inanılmaz zararlar veriyor. Bugün zaten irticanın yayıldığı bölgelere bir bakın, bilgiye ulaşmakta zorluk çeken yoksul kesimler. Gerçek Kur’an’ı okuyamadıkları için bu insanlar Arapça cümleleri peş peşe sıralayan değişik tarikatların kucağına düşüyorlar. Kısacası bu işi Diyanet İşleri Başkanlığı üstlenip, 6 ile 15 lira bedelle satacağına milletimizin gerçek İslam’ı öğrenmesine katkı sağlayabilir. Haksız mıyım?