Kendini sporcu sağlığına adadı, ama kadın sporculara adet gününü sorunca..!
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Geçenlerde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü öğretim üyesi ve kurucusu olduğu Spor Hekimliği Anabilim Dalı’nın da başkanı Prof. Dr. Mahmut Nedim Doral ile sohbet ediyoruz.
Aynı zamanda Dünya Spor Yaralanmaları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Avrupa Spor Yaralanmaları Federasyonu eski başkanı olan Doral, uzunca bir süredir ülkemizin bir sporcu sağlığı politikasının olmamasından yakınıyor. Bu arada, yakınmakla kalmayıp, bir ülkenin sporcu sağlığı politikasının nasıl olması gerektiği yolunda fikirler yürütüyor.
Doral’a göre, işin temelinde bir spor üniversitesi ve hastanesi kurmak yatıyor. Yaptığı konuşmalarda sık sık Japonya’yı örnek gösteriyor ve bu ülkenin kurduğu spor laboratuarlarıyla, olimpiyatlarda aldıkları madalya sayısını, çok kısa sürede iki katına çıkardığını anlatıyor.
Sakın aklınıza, "Türkiye gibi fakir bir ülkenin, onca sorunu dururken, kalkıp da bir spor hastanesi ve üniversitesi kurmasına ne gerek var?" sorusu gelmesin. Çünkü, Mahmut Hoca bunun cevabını hemen yapıştırıyor.
"Fakir dediğiniz bu ülke olimpiyat yapmaya soyunuyor ve her uluslararası müsabakada sporcularından bir sürü altın madalya bekliyor... Üstelik 70 küsur tane üniversitemiz var. Neden bir spor üniversitemiz olmasın?" Bence hiç de haksız değil.
Prof. Doral’ın kafasına taktığı bir diğer konu da, yurt dışına tedavi için giden sporcular. Ona göre, 1000 sporcunun tedavi için yurt dışında harcadığı parayla, ülkemizde 3 tane küçük hastane kurulabilir. Oysa bu sporcular çok başarılı bir şekilde Türk doktorları tarafından da tedavi edilebilir.
Aslına bakarsanız, Prof. Dr. Mahmut Nedim Doral’ın, sporcu sağlığı politikası konusundaki bu düşüncelerinin, bizimki gibi bir ülkede gerçekleştirilmesi çok da kolay görünmüyor. Çünkü bu politikaları geliştirecek ve bunlara yön verecek kişilerin zihniyetleri hala çağ dışı. Nereden mi vardım bu kanıya? Tabii ki, Mahmut Hoca’nın başından geçen bir hikáyeyi dinleyerek. Kelimesine dokunmadan ondan dinlediğim gibi aktarıyorum.
"Bir dönem, Geçlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nde Sağlık Kurulu üyeliği yapıyordum. Her hanım, biyolojik gereksinim çerçevesinde, aylık adet görür. Biz bayan sporcuların karnelerinde, adet dönemlerini de sorarız. Çünkü bu dönem esnasında hormonal dengede bir miktar değişiklikler olduğundan, özellikle spor sırasında eklem yaralanmalarında da artış olur. Mesela Süreyya Ayhan’ın, yarışlardan önce ilaçlarla geciktirilmesi de buna bir örnek. Ama ilginç bir yorumla, bu dönemlerini bayan sporculara sormamız, öz hayata karışma olarak algılandı ve karneden çıkarıldı. Biz bilim adamıyız. Bizim için hanım, erkek ayrımı yoktur, insan vardır. Bu nedenle de tüm arkadaşlarım o görevimizden ayrıldık."
İlginç bir sentez
Malumunuz kısa bir süre önce kurban bayramı ile yılbaşını bir arada kutladık. Dolayısıyla da ortaya ilginç görüntüler ve sentezler çıktı. Benimse en dikkatimi çeken unsur, yıllardır başımıza sorun olan türban olayının yılbaşı balolarında çözülmüş olmasıydı. Ankara’nın oldukça popüler mekanlarından birinde çekilen bu görüntü ne demek istediğimi çok iyi anlatıyor.
Bir yanda içkilerin su gibi aktığı, konfeti ve balonların dört bir yanı kapladığı salonlar, diğer tarafta pistte benim diyen dansçılara taş çıkaran türbanlılar. İlginç değil mi?
Hala çapadır Ankara
Elime ulaşan bir yazı çok hoşuma gitti. Ankara’yı ve içinde yaşamayı bu kadar güzel anlatan satırları okudukça, sizinle paylaşma isteğim daha da arttı. Kaynağına bir türlü ulaşamadığım yazıdan çok kısa bir bölümü size aktarıyorum. Belki bu sayede yazarına ulaşıp, tümünü yayınlamak için iznini alabilirim.
Tarihi, üzerine sonradan dikilmiş elbisesidir, yaşanmışlığı değil.
Akıldır, mantıktır. Ruh ona sonradan biçilmiştir, gerekliliği bilindiği için. Arkasında hayat değil, bilgi vardır. Bu yüzden toplamadır ruhu.
Otobüslerde, dolmuşlarda, pastanelerde, parklarda, insanların yüzlerine bakılarak kurulur hayaller. Çünkü bir deniz yoktur, insanlara sırtınızı dönüp seyredebileceğiniz.Yalnız kalamazsınız, denize kaçamazsınız. İnsanların dönüp gelecekleri yer yine birbirlerinin yüzüdür. Bu yüzden insan, ilişkileriyle var olur Ankara’da.
Mekanlarından öte insanlarının yüzleridir bu kente bağımlılığımızın temeli. "Ankara" (Ancyra), "çapa"dan (anchor) gelir. Denizi kaçalı çok zamanlar olmuştur ama hala çapadır.