Kısa bir süre önce köşemden, sizlere yol haritası olması amacıyla, Ankara’nın en iyi balık restoranlarını aktarmıştım. Bu yazım, dolayısıyla da sıralamam büyük ilgi gördü.
Bazı meraklılar, okuduklarının üzerine yeni lezzet duraklarına yöneldiklerini söylerken, başka önerilerde de bulunmamı istediler. İşte, bu taleplerden yola çıkarak bu hafta da Ankara’nın en iyi İtalyan restoranlarını yazmaya karar verdim.
30 yıllık meslek ve müşteri kariyerimle ilk beşi oluştururken de, mönüsünde sadece İtalyan yemekleri olan mekanları ölçü aldım. Üstelik sadece kendi gözlemlerimden yola çıkmamak adına, iyi bir gurme olan ve Hürriyet Gazetesi’nin En İyi 10’lar listesinin jüri üyesi Sarp Evliyagil ile fikir alışverişinde bulundum. İşte, özet bilgilerle Başkentin en iyi İtalyan restoranları ve öne çıkan özellikleri.
Paper Moon: Dünyaca ünlü İtalyan Restoran zinciri olarak Milano, New York ve İstanbul’dan sonra Ankara’da da hizmete girdi. İtalyan mutfağının tipik özelliklerine sahip olan restoranda zengin şarap mönüsü, ince hamurlu pizzalar ve ev yapımı makarnalar ön plana çıkıyor. İtalyanların ünlü el yapımı mozzarella peyniri günlük olarak hazırlanıyor. Et çeşitleri de bir hayli fazla olan işletmede kullanılan etler İzmit’te bir çiftlikte özel olarak yetiştirilen hayvanlardan sağlanıyor.
Makkarna: GOP Semti’ndeki salonu küçük, ama lezzeti büyük bu mekan farklı konseptiyle büyük ilgi görüyor. Adını mönüsündeki yemeklerden alan işletme, dekorasyonunda makarnanın renk tonlarını kullanmasıyla müşterisine sıcak bir ortam sunuyor. Yemeklerin kişiye özel olarak pişirildiği Makkarna’da, mutfak malzemeleri günlük alınıp taze servis yapılıyor. Mönüsünde yer alan 10 çeşit makarna kendi aşçıları tarafından imal ediyor. En büyük ilgiyi ise 25 özel sos ve peynirden yapılan Maskarpone Tatlısı görüyor. Sadece bu işletmeye ait spesiyalin özelliği ise tabaktaki Maskarpone’yi dıştan içe doğru kaşıklarsanız tatlı, içten dışa doğru kaşıklarsanız tuzlu bir tat sunması.
L’angoletto: Sheraton Hotel & Convention Center içerisinde yer alan L’angoletto da İtalyan yemeklerinden oluşan mönüsüyle hizmet veriyor. Sadece bu restorana ait geniş bir özel şarap koleksiyonu mevcut. L’angoletto, İtalyanca’da küçük köşe anlamına geliyor. Yemeğe eşlik eden İtalyanca melodiler, beyaz renkli mönü kartları, renkli yastıklar, personelin kıyafeti gibi her şey İtalyan zevkini yansıtıyor. Tabii sunulan ürünler de.
Mezzaluna: 1999 yılında Bilkent’te açılan ilk Mezzaluna, büyük ilgi görünce ikincisi de 2002 Mayıs ayında Kavaklıdere Semti’nde hizmete girdi. İtalyan mutfağının seçkin örneklerinin bulunduğu mönüsüyle çok geniş bir yelpazede müşteri profiline sahip olan Mezzaluna’da pizzalar ve pastalar (makarna) en revaçtaki yemekler. Her iki Mezzaluna’da da İtalyan şefler mutfağı yönlendiriyor. Mekanın en ilgi gören spesiyali ise deniz mahsullü makarna, Linguine.
Cafe Rosso: Başkent’te İtalyan mutfağının tipik örneklerini bulabileceğiniz Rosso, İtalyanca’da kırmızı anlamına geliyor ki, mekanın dekorunda kırmızı hakim renk olarak göze çarpıyor. İtalya’nın ödüllü aşçılarından Domenico’nun hazırladığı lezzetler, sabahları klasik müzik, akşamları ise hafif yemek müziği eşliğinde sunuluyor. Aşk temasının ağırlıklı olarak işlendiği mekanda 50’li 60’lı yılların ünlü aşk filmleri siyah-beyaz olarak ekrana getiriliyor.
Bir söyledim, bin ah işittim
Kısa bir süre önce, "Ankara’nın kaliteli imajı bunları hiç hakketmiyor" başlığıyla bir yazı kaleme almıştım. "Ankara havaları" üzerine yazılan müstehcen türküler ile Ankaralı Turgut, Namık, Sincanlı Oğuz Yılmaz gibi, adının önüne Ankara imajı koyarak pavyon adabıyla hareket eden insanların Ankara kültürünü yozlaştırdığını aktarmıştım.
"Çok değil, bundan 10 yıl öncesine kadar" diyerek de Ankaralı sanatçıların icra ettikleri sanatlarına, yaptıkları müziğe ve yarattıkları bestelere büyük saygı gösterildiğini vurgulamıştım. Gerek müzik, gerekse sinema dalında kalitenin birer temsilcileri olarak görülen bu isimlerden örnekler de sıralamıştım. Yazımı bitirirken de şu cümleleri sarf etmiştim.
"İşte bu yozlaşmaya ve dolayısıyla da Başkent imajının zedelenmesine şiddetle karşı çıkıyorum. O eskinin kalitesini özlemle anarken de, pavyon kültürünün Cumhuriyet’in başkentine hiç yakışmadığını söylüyorum. Haksız mıyım?"
İşte bu yazım üzerine birçok e-mail, mektup ve telefon aldım. Hemen hemen herkes benimle aynı fikri paylaştığını iletip, yaşanan son olumsuz örnekleri daha fazla dile getirmemi istiyordu. Ayrıca, Behçet Kemal Çağlar, Necdet Evliyagil, Cahit Külebi, Ceyhun Atıf Kansu, İlhan Berk, Atilla İlhan, Erdoğan Berker, Halil Soyuer, Dr. Bekir Mutlu gibi ünlü şair ve söz yazarlarını bağrından çıkaran bir kentin, kültür seviyesinin nerelere geldiğini gözler önüne sermem gerektiğini vurguluyorlardı.
Sonuçta hepsinden değil ama, yıllarca Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev aldıktan sonra kendini Türk Müziği’ne adamış söz yazarı ve bestekar Albay Osman Babuşçu’dan bir örneği sunmayı yeğledim.
Hatırlatmak gerekirse Babuşçu’nun bir çok bestesi Zeki Müren, Seçil Heper gibi ünlü sanatçıların albümünde yer alırken, halen radyo ve televizyonlarda çalınmakta. "Gözlerin Yeter", "Kanımda Kıvılcım" ve "Bir Sen Bir Ben Bir Allah Bilir" isimli şarkıları aklıma ilk gelenler.
İşte bu ünlü bestecinin Ankara üzerine yazılmış güzel bir eseri. Sözlerini okuduğunuz zaman bahsetmek istediğim kalite ve düzeyin ne olması gerektiğini en güzel şekilde ispat ediyor.
Dün Sertap’tı, bugün Kenan hedef tahtası
Toplumsal hafızamızın zayıf olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Çok değil, bundan 4 yıl önce 48. Eurovision Şarkı Yarışması öncesi ve sonrası yaşananlar çok çabuk unutuldu. Ve bugün halen Kenan Doğulu’nun yarışmada şarkısını Türkçe mi, yoksa İngilizce mi okuması gerektiği tartışmalarını yaşıyoruz.
Şöyle bir hatırlayın... Sertap Erener’ in, şarkısını İngilizce seslendirmesinden ve şovunda oryantalist bir yaklaşım sergilemesinden dem vurup, gidişini engellemeye ve eleştiri yağdırmaya çalışanlar, birincilik ülkemize gelince sanatçıyı alkış yağmuruna tutmuştu. Hatta, işi daha da ileri götürüp Meclis’e soru önergesi verenler, bakanlık soruşturması açanlar, sanki hiçbir şey olmamış gibi, tebrik mesajları çekmişti. Bakın o sıralar siyasiler yarışma öncesi ne demişti.
TRT’den sorumlu Devlet Bakanı Beşir Atalay, "Niye İngilizce şarkı seçildi?" diyerek o zamanki TRT yönetimine soruşturma açmıştı. Bunun üzerine Sertap Erener’e ülkeyi temsil görevini veren o zamanki TRT Genel Müdürü Yücel Yener, bu soruşturma karşısında basın toplantısı yapmış ve "Ortada bir suç varsa bu bana aittir, ama biz İngilizce parçayla katılmaya kararlıyız" demişti.
Genel Müdür Yener’in bu basın toplantısı üzerine, Meclis Başkanı Bülent Arınç başta olmak üzere, birçok AKP’li milletvekilinin sert demeçler verdiğini ve hatta işi daha da abartıp söylemlerini soru önergesi haline dönüştürdüğünü görmüştük. Üstelik AKP Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın verdiği soru önergesi, birçok yandaşı tarafından destek bulmuştu. İşin komik tarafı, eleştiri yağdıran AKP’li siyasilerin safına bazı müzisyenlerle köşe sahibi yazarlar da katılmış ve koro halinde aynı nameyi söyleme başlamışlardı.
Ve yarışma sonrası birçoğunun sessiz sedasız kenara çekileceğini beklerken, saf değiştirip, övgü yağdıran kitlenin içine karıştıklarını görmüştük. "Macarca şarkıyla katılsak daha iyiydi"diyerek, daha önce dalgasını geçen TBMM Başkanı Bülent Arınç, yarışma sonrası Sertap Erener ve ekibini ilk kutlayanlardan biri olmuştu.
Şimdilerde aynı tartışmaları bir kez daha yaşıyoruz. Kimi siyasiler, bürokratlar, hatta sanatçılar geçmişi çabuk unutup, Kenan Doğulu’nun şarkısını İngilizce söylemesine karşı çıkıyorlar. Onlara bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Eurovision’da oy kullanan izleyici ve dinleyiciler ağırlıklı olarak Avrupa ülkeleri vatandaşları. Hal böyle olunca da insanlara bildiği dilden seslenmek gerekiyor.