Bu yıl Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de yapılan serbest seçimle CHP’yi yenip, iktidara gelmesinin 60. yıldönümü.
Gazeteci dostum Serhat Hürkan, yazdığı “Ak Karşı Devrim” adlı kitapta; CHP ile İsmet İnönü’nün yerine, DP ve Celal Bayar-Adnan Menderes’in geldiği bu seçim gününün öncesiyle, sonrasıyla öyküsünü anlatıyor. Kitapta pek çok ilginç anekdot yer alıyor. Sabaha kadar uykusuz kalma pahasına bir solukta okudum. Tabii bugün yaşananlarla benzerlikleri notlara dökerek... Kimi zaman gülerek, kimi zaman şaşırarak okuduğum bazı bölümleri sizinle paylaşmak istedim. Pazar keyfinizi kaçırmamak için de ağır bir siyasi tarih içeriğinden kaçındım. Sözü fazla uzatmadan Hürkan’ın kaleminden dökülen ilginç bölümlere değineyim.
SEÇİM ZAFERİNİ İLGİNÇ BİR MARŞLA KUTLADILAR
14 Mayıs 1950’de Sümer Sokak’ta bulunan DP Genel Merkezi’ne akşam saatlerinde sonuçlar gelmeye başladı ve gece 23’e doğru durum aydınlandı. Merkezde Genel Başkan Celal Bayar, ilk zafer açıklamasını yaptı. “İktidarı aldık!” Demokrat Parti kurucuları Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü bir kanepede oturuyorlardı. Zafer kazandıkları anlaşılınca üç kurucu bir ağızdan Dağ Başını Duman Almış marşını söylemeye başladılar.
KAYBETTİ “ALLAH RAHATLIK VERSİN” DEYİP YATTI
Seçim sonuçlarını, Çankaya Köşk’ünde “14 numaralı oda”da yanında CHP ileri gelenlerinden Başbakan Şemsettin Günaltay, Meclis Başkanı Şükrü Saraçoğlu, Başbakan Yardımcısı Nihat Erim, Faik Ahmet Barutçu, İçişleri Bakanı Emin Erişirgil gibi zevatla birlikte izleyen İsmet İnönü; gece yarısını iki saat geçe sonuç belli olunca “Allah rahatlık versin, hayırlısı olsun” diyerek yukarı kata yatmaya gitti. Gündeminde, karısı Mevhibe İnönü’nün Çankaya’dan Pembe Köşk’e bir an önce taşınmak için yapacağı hazırlıklar vardı artık. Nihat Erim de kendi yaptığı kanunun cilvesiyle Demokrat Parti 1950’de büyük çoğunlukla iktidara gelince; “Kendi elimle kesip yâre verdiğim kalem/ Fetva-i hûn-ı nahakkımı yazdı iptida” mısralarını okumaktan kendisini alamadı. Sevdiğine verdiği kalemin ilk önce, haksız yere kanının akıtılması hükmünü yazdığından şikâyetçiydi!
HİTLER’İN ÇANKAYA’DAN PEMBE KÖŞK’E YOLCULUĞU
İsmet Paşa, eşinin iki ayağını bir pabuca öylesine soktu ki taşınma telaşında Köşk’teki bazı demirbaş eşya da İnönü’lerin evine nakledildi. DP yayın organı Zafer Gazetesi 6 Haziran 1951 tarihli sayısında İktidarı DP’ye devrederek Çankaya’dan Pembe Köşk’e çekilen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye ve ailesine karşı girişilen olumsuz kampanyanın ilk işaretlerinden birini veriyordu. Zafer, İsmet İnönü’nün Çankaya’daki evine taşınırken, köşkten çıkarılan Cumhurbaşkanlığı demirbaşında kayıtlı eşyanın listesini yayınlıyordu. Gazetenin söz konusu ettiği ve sonradan iade edilen 42 kalem eşya arasında, Köşk’ün 771 demirbaş numarasına kayıtlı gümüş çerçeveli bir Hitler fotoğrafı da yer alıyordu. 1950 seçimi öncesinde türeyen şeyhler, Mehdi’ler arasında ön planda yer işgal eden Ankara’dan Ticani tarikatı şeyhi Kemal Pilavoğlu’na karşı girişilen bir operasyonun öyküsü de kitapta yer alıyor. Gazeteci ağabeyimiz Kemal Bağlum’un anlattığı gelişmeler şöyleydi:
MEHDİ PİLAVOĞLU’NUN MARİFETLERİ
“Kavunlarıyla meşhur Yuva köyüne gittim bir gün; tebdili kıyafet edip Pilavoğlu’nun müritlerinin arasına karıştım. Kemal Pilavoğlu, lüks bir otomobille geldi. Abdest aldı. Abdest suyunun bulunduğu leğeni, içinde zemzem var diye neredeyse parçalıyorlardı. Cami imamının yerine minbere çıkıp vaaz verdi. Etrafta bulunanlar ‘susun, susun arş-ı alâya çıktı’ diye fısıldaşıyorlardı. Başka bir gün de, akrabam olan bir jandarma erini kılık değiştirtip yolladım Pilavoğlu’nun yanına. Para pul almadan bir müddet O’nun bağında çalışmış. Sonra bir gün, bunu alıp kimliği ve ailesi hakkında ince, ince sorguya çekmişler. Ardından üst kattaki karanlık bir odaya sokmuşlar. Bakmış ki, Kemal Pilavoğlu ışıklar içinde oturuyor odada. Ticani şeyhi, çocuk aşağıda ne söylediyse bir, bir tekrar etmiş yüzüne karşı. Hayatını okumuş neredeyse. Jandarma allak bullak olmuş. Hakikaten Mehdi sanmış adamı. Bilmiyor ki, karanlık odayı fosforla aydınlatmışlar. Üst kattan da aşağı kata dinleme tertibatı kurmuşlar.”
DON GÖMLEK KIRK KİLOMETRE YÜRÜYEN SARHOŞLAR
Bağlum, kitapta o zamanın Ankara’ya yakın köylerini hatırlarken de renkli bir tablo çiziyor: “... hem Ticani geçinirlerdi, hem de rakı, şarap, hovardalık gırlaydı. Hele bir Çavundur köylü İsmail Ağa vardı ki... Bir tek Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’dan korkarlardı. Tandoğan, sarhoşları yakalattı mı hiç acımazdı. Don gömlek soydurur, 40 kilometre ötedeki Ayaş beline götürüp bıraktırırdı. Korkudan kimse de onları alıp şehre geri getiremezdi. Yürüye, yürüye dönerlerdi.
CHP’NİN ÇOĞUNLUĞU ARAPÇA EZANDAN YANA
Serhat Hürkan’ın kitabının Ekler bölümünde ise: 14 Mayıs 1950 seçiminin resmi sonucu, 9. TBMM’nde sandalye dağılımı, iki seçim çevresinden birden seçilen milletvekilleri ve tercih ettikleri iller, DP listesinden bağımsız seçilenler, ilk Menderes kabinesinin listesi, hükümet programı, ezanın Arapça da okunabilmesine izin veren kanunun çıkış sürecinde yaşananlar ile Dörtlü Takrir’in metni yer alıyor. İlginç olan, ezanın Arapça da okunabilmesine izin veren kanuna 69 CHP milletvekilinden yalnızca 6’sının karşı oy vermesiydi. İsmet İnönü, Cevdet Kerim İncedayı, Yusuf Ziya Ortaç, Hasan Reşit Tankut ve Cemal Reşit Eyüboğlu karşı oy veren azınlıktaydı.
ONUNLA TARİHE YOLCULUĞUN KAPISINI AÇMIŞTIM AMA..!
Özellikle bazı hanımlar Hakkı Kutlugün ismini iyi bilecektir. Dile kolay, elinde makas tam 53 yıldır ustalığına ustalık katarak bu günlere geldi. Adnan Menderes’ten Süleyman Demirel’e, Nazmiye Demirel’den Semra Özal’a, Tansu Çiller’den Berna Yılmaz’a, Zeki Müren’den Bülent Ersoy’a, kısacası yıllardır adını sayamayacağım kadar birçok ünlü isim saçlarını ona emanet etti. O kadar da değil. Yetiştirdiği yüzlerce insan evine ekmeği onun sayesinde götürdü. İşte bu ustayla en son bir ay önce beraberdim. Mesleğiyle ilgili bilgi birikimini ve çok ilginç anılarını anlatırken kısa kısa notlar tuttum. Birçoğunu köşeme aktarmamı istemedi ama müsaade ettikleri bile tarihte ilginç bir yolculuğun kapılarını açtı. Aslında 34 yıldan bu yana dostluğundan büyük keyif aldığım bir kişiydi. Evlatları Eda ve Hakan, damadı Necdet, torunlar derken bütün aile bireyleriyle dost olmamı sağlamıştı. Tabii, birçok şubesi olan Paris Kuaför’ün çalışanlarıyla da...
GÜNLERCE AÇ KALMIŞ AMA YILMAMIŞTI
Ve Hakkı Usta uzun zamandan beri mücadele ettiği kansere yenik düştü. Bayındır Hastanesi’nde son nefesini verirken, her zamanki klas duruşuyla sevenlerine veda busesi kondurdu. Aslında renkli mi renkli, bir o kadar da güçlüklerle dolu yaşamı vardı. Maceraya 1957 yılında atılmıştı. Elinde bezden bavulu, Artvin’den Ankara’ya geldiğinde daha 16 yaşındaydı. İlk hedefi ise karnını doyuracak bir iş bulmaktı. Daha sonraki düşüncesi ise baba mesleği kuaförlükte, Türkiye’nin en iyisi olmak... Ailesinin üç kuşaktır berberlik mesleğini seçmesi ise onun en büyük referansıydı. Ancak babası ve dedesi gibi erkek değil, kadın kuaförü olmak istiyordu. Günlerce aç kalmış, sefalet çekmiş ama yılmamıştı. 1960’lı yılların sonlarına doğru, nihayet içinde parfümeri, bijuteri, mini bar ve güzellik salonunun da yer aldığı, kendi işletmesini açabilmişti. Dönemin koşullarına göre, Ankara için bir hayli lüks işletmesinin faaliyete geçmesiyle birlikte, müşteri bir anda ünlü politikacılar ile eşleri, cemiyet hayatının seçkin isimleri ve sanatçılar olmuştu.
SİYASİLER KAPIYI AŞINDIRDIKÇA ÜNÜNE ÜN KATTI
Hakkı Kutlugün ile Paris Kuaför ismi gün geçtikçe tanınır olmuş ve İstanbul sosyetesi bile onun kapısını aşındırır hale gelmişti. Nazmiye Demirel, Turgut ve Semra Özal gibi önemli isimler neredeyse akraba kadar yakını olup, çıkmıştı. Sonuçta Paris Kuaför’e gitmek bir itibar göstergesine dönüşmüştü. O ise hep ulaştığı noktayı yeterli görmeyip, kendini geliştirdikçe geliştirmişti. Sık sık yurt dışına çıkıp, yeni saç eğilimlerini yakından takip etmeyi sürdürmek ise alışkanlıkları arasına girmişti. Ve geldiği son noktada Paris Kuaför’ü zincire dönüştürüp, altı şubeli özel üretim yapan bir fabrikaya çevirmişti.
ÖZAL’IN GENÇLİK SIRRI NEYDİ?
Hakkı Kutlugün yıllarca politikacılara ve eşlerine de hizmet verdi. Hem Semra Özal, hem de rahmetli Turgut Özal, yıllarca saçlarını ona emanet etmişti. Özallarla tam 15 kez parasını kendi cebinden vermek kaydıyla yurtdışı gezisine çıkmıştı. Hakkı Usta’nın Turgut Özal’la ilgili çok hoş anıları da olmuştu. Onlardan birini ise sanki o günü tekrar yaşıyormuşçasına anlatmıştı. Başbakanlığının ilk dönemlerinde Özal’ın saçlarını modern bir kesim vererek kesmişti. Şakaklarına kadar düşen akları ise ona haber vermeden karbon kağıdı sürerek yok etmişti. Tıraştan sonra Turgut Bey, Semra Özal’ı çağırarak, “Beni çok değişik bir adam yaptı” demişti. Ama Hakkı Kutlugün bıyıkları da karbon kâğıdıyla boyamaya kalkışınca Turgut Bey, “Vay sahtekâr, vay” deyip kahkahayı basmıştı. O günden sonra da şampuan boyalarla Turgut Özal’ın saç ve bıyıklarındaki akları yok etmiş ama ciddi bir boyama hiç yapmamıştı.
ZEKİ MÜREN’İN TEPESİNDEN 25 YIL PERUK EKSİK OLMADI
Paris Kuaför Hakkı’nın ünlü müşterileri sadece siyasetçi ve eşleriyle sınırlı değildi. Türkiye’nin en büyük sanatçılarının saçlarını da yıllarca o şekillendirmişti. Bunlardan biri olan rahmetli Zeki Müren, saçlarını tam 25 yıl boyunca Hakkı Kutlugün’e emanet etmişti. Onunla ilgili anılarını anlatırken “Zeki Müren kadar sohbet etmesini seven birisine rastlamadım” diyerek söze başlamıştı. Sanat Güneşi’nin bazı davranışlarını ise rahmetle yad ederek cümleleri arasına sıkıştırmıştı. Meğer sanat güneşi saçlarını kadınlar bölümünde yaptırırmış. Bazen laubali hareketleri olmasına karşın kendisine böyle davranılmasından hiç hoşlanmazmış. “Peruk takardı. Önlerde hiç dökülme yoktu ama saçı arkadan seyrelmişti. İlk kez 1974’te bir tepe peruğu taktım. Yıllarca hep onu kullandı. Saçlarına daima röfle yaptırırdı” diyerek de onunla ilgili bölümü bitirmişti.
ABACI NE KADAR BONKÖRSE, EMEL SAYIN DA O DERECE CİMRİYDİ
Anlattığına göre Hakkı Kutlugün’ün bugüne kadar tanıdığı en bonkör müşteri Muazzez Abacı’ydı. Onun bonkörlüğü kadar Emel Sayın’ın da cimriliği Hakkı Usta’nın hafızasına işlenmişti. Ama hepsinin adını sevgi ve saygıyla anıp, güzel hatıralarını anlatmıştı. Yaşamına dair daha birçok kesiti ya onun ağzından dinlemiş ya da bizzat yaşamıştım. Eminim ailesi bir gün onun hayatını ölümsüzleştirip, kitap sayfalarına aktaracaktır. Nur için de yat Hakkı Abi.