Gökdelen muharebesi ve son bulan şehir efsanesi

Yaşı yetenler, 1966 yılında yaşamımıza giren Gökdelen’in ilk zamanlarını iyi hatırlayacaktır. İnşaatı tamamlandığında bırakın Ankara’yı, Türkiye’nin en yüksek binası olarak hayranlık uyandırmıştı.

Bir anlamda Başkentlilerin övünç kaynağı olmuş kısa sürede de turistik bir misyon üstlenmişti. Gökdelenin önünde ve içinde fotoğraf çektirmek, üst katlara çıkıp manzarayı seyretmek için insanlar akın akın Kızılay’a gelmeye başlamıştı. Ayrıca, Ankaralıların buluşma noktasına da dönüşmüştü. İyi hatırlarım birçok aşklar, evlilikler bu binanın önündeki randevularla başlamıştı,

O dönem, yılın giyim modası, Gökdelenin önünde gezinen gençler sayesinde tüm Ankara’ya yayılırdı. Blucin pantolonları, oduncu desen kareli gömlekleri ve bir tek Vakko’nun koleksiyonunda bulunan ipek gömlekleriyle, uzun saçlı erkekler binanın girişinde volta atardı. Ayrıca dolgu tabanlıklı sabo denen terlik ayakkabılardan çıkan sesler gece yarılarına kadar çevrede yankılanırdı. Adam ya da Talip mağazalarından satın aldığı açık renk bol paçalı pantolonu giymiş erkeklerle, çizme ya da ayakkabıları dolgu topuklu, eteği mini ve ekose desenli, buluzu darlıktan üzerine yapışmış kıyafetli kızlar postanenin önünde buluşurdu. Cebinde biraz parası olan üst katta bulunan Set Kafeterya’ya çıkar, imkanı kıt olan ise Gökdelen’in karşısında yer alan Güvenpark ile Kızılay binasının bahçesinde dolaşırdı.

Gökdelen çocuklar için de bir cazibe merkeziydi. İkinci el Teksas, Tommiks, Red Kid, Ayşegül gibi çizgi roman kitaplar ile rengárenk misketler binanın önündeki kaldırıma konuşlanan işportacıların tezgahını süsler, çevreleri çocuk parkına dönerdi. Bu tezgahların daha kuytuda kalanlarında ise sayfaları çevrilmekten eskimiş Playboy, Penthause gibi erkek dergileri alıcısıyla buluşurdu. Kısacası Gökdelen’in önünde; evin küçük oğlu çizgi roman ve misket, buluğ çağındaki oğul erkek dergisi, büyük oğul da kızların peşinde koşardı. İlk kattaki giyim ve gıda mağazalarında ise ebeveynlerin alışveriş telaşına tanık olurduk. Özellikle o dönem bir kamu kuruluşu olan Gima’dan yapılan alışveriş, yeni ürünlerle de tanışma imkanı verirdi.

ÖNCE KOMŞULARI TARİH OLDU ŞİMDİ DE KENDİSİ

Gökdelen’in en üst katındaki Emekli Sandığı’nın işlettiği "Emekliler Lokali" ise yaşlı bedenlerin soluklanma adresiydi. Ancak bu keyif zaman zaman eziyete dönüşür, bozulan asansörler yüzünden oflaya pufluya 19 kat merdiven inen emekli memurların dramına tanık olurduk.

Kısacası Gökdelen, her yaş ve statükodaki insanı kendine bir mıknatıs gibi çeken cazibe merkeziydi. Böylece 1970’li, 80’li, 90’lı yıllar geride kaldı ve içinde bulunduğumuz 2 binli yıllarda Gökdelen efsanesi tarih sayfalarındaki yerini aldı. Öncelikle binanın komşuları değişime uğradı, sonra da kendisi. Çatısında büyük bir amblemin yer aldığı sarı üç katlı Kızılay Binası yıkıldı, yerine halen ucube gibi duran çarşı merkezi yapıldı. Güvenpark ise dolmuşçuların istilasına uğrayıp, bir kısım yeşil alanına veda etti. 1966 doğumlu Türkiye’nin en yüksek binası Gökdelen ise beton kütleye dönüşüp, ziyaretçilere ve çalışanlara kapılarını kapadı. Adı Emek İşhanı’ydı ama içinde bir tek emektar bile kalmadı. Zira, 2006 yılında, Emekli Sandığı’na ait iken özelleştirilerek yaklaşık 55.5 milyon dolar bedelle işadamı Talip Kahraman’a satıldı. Yeni mal sahibi de tahliye davaları açarak, sayısı 200’ü bulan tüm kiracıları kapı dışarı etti.

GÖKÇEK’İN HER DEDİĞİNE İNANACAK KADAR SAF MIYIZ?

Sonuçta geçen yılın sonlarına doğru binanın akıbeti belli oldu. İşadamı Kahraman, gönlünde yatan projeyi açıkladı ve açıklamayla da kalmayıp hemen icraata geçti. Gökdelen, artık 5 yıldızlı bir otel olacaktı. Zaman kaybetmeden tadilat çalışmaları başladı ve mimarların öncülüğündeki ekipler zemin ile alt katlara sihirli dokunuşlarda bulundu. Binanın otopark sorununu halletmek üzere ara bölmeler yıkılmaya, yaklaşık 500 araçlık bir alan kazanılmaya başladı. Yukarı katlarda ise ara bölmeler şekil değiştirip, otel odasına dönüştü. İşlevi değişmeyen tek mekan da o meşhur Set kafeterya oldu.

İşte bu aşamada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, "Arkadaş ben burayı otele dönüştürmem" deyiverdi. Neden olarak da Kızılay bölgesindeki yaya ve araç trafiğinin daha da yoğunlaşma ihtimalini gösterdi. Bu fikre ilk karşı çıkan ise Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık oldu. Yatırımı bir turistik olay olarak görüp, otelin Kızılay meydanına yeniden hayat ve kaliteli imaj getireceğini söyledi.

Peki, hangisi haklıydı? Caddeleri otobana çevirip, yaya haklarını göz ardı eden Gökçek mi, yoksa şehir planlamacısı kimligiyle Tanık mı? Aslında bu sorunun yanıtı gayet basitti. İstanbul’daki Taksim- Talimhane güzergáhındaki dönüşüm bu soruya en güzel cevaptı. Bilmeyenler için aktarayım, İstanbul’un bu arteri 60’a yakın tesisiyle tam bir oteller cenneti. Örneğin, Taksim meydanındaki Etap Marmara Otel, yıllardan beri buluşmaların ve adres tariflerinin mihenk taşı. Ancak otel, o Taksim’de oluşan yaya ve araç trafiğine olumsuz katkı sağlayan en son yapı. İmaj açısından ise Taksim’in değerini arttıran prestij mekanların ilk sırasında.

Elinizi şakağınıza koyun ve düşünün. Acaba Gökdelen’in lüks bir otel olması mı daha itibarlı, yoksa iş merkezi olarak kalması mı? Sizce hangisi daha büyük kalabalıklara sebebiyet verir? İşte bu soru ve cevaplar yüzünden Melih Gökçek’in fevri çıkışının altında başka nedenler aramaya başladım. Sanıyorum kısa zamanda da kokusu çıkar. Zira Kızılay meydanını parça parça yok eden, yolları araç trafiğiyle boğan bir belediye başkanı için olumlu düşünce içine girmemiz biraz saflık olur.

HAVALAR ISINDI SOKAK KEDİSİNE DÖNDÜK

Yaza adım attığımız bu günlerde Ankara’nın sosyal yaşamı ayrı bir güzel. Sıcağa ve neme teslim olmayan havalar hepimiz için evde oturmaktan daha çok dışarı çıkma fikrini aşılıyor. Bahçe ve teras bölümüne sahip mekanlar da bizleri kendine bir mıknatıs gibi çekiyor. İnanın çevremdeki birçok insan sokak kedisine dönmüş durumda. Kimi parklarda, kimi piyasa caddelerde, kimi de kafe ve restoranlarda bulunmaktan büyük keyif alıyor. Hal böyle olunca da soğuk ve yağışlı havalarda ıssızlığa terk edilen Ankara’nın sokak ve caddeleri hoş bir görünüme bürünüyor.

Başkentin popüler caddeleri ise bu değişimden en çok nasiplenen yerler. Bahçelievler’deki 7. Cadde, Kızılay’daki Selanik ve Sakarya caddeleri, GOP’daki Filistin ve Arjantin caddeleri, Kavaklıdere’deki Tunalı Hilmi Caddesi, Ümitköy’deki Park Caddesi şu sıralar ışıl ışıl. Kuşkusuz bu caddeler üzerinde yer alan yeme içme ve eğlence mekanları da bir başka güzel. Özellikle bahçe ve terası olanlar her gün yüzlerce müşterisini ağırlıyor.

Özellikle iki cadde üzerinde durmak istiyorum. İlginçtir, birkaç yıl öncesine kadar tek tük arabanın geçtiği Filistin ve Park caddelerinde trafik kilitleniyor. Hatırlayın çok değil, bundan bir yıl öncesi Arjantin Caddesi’ni geçip, Filistin Caddesi’ne girildiği zaman bir iki işletme dışında soluklanacak yer bulunmaz, yoldan geçen arabalar parmakla sayılırdı. Derken, bir kadın girişimci gözünü karartıp, Big Chefs adında çok hoş bir mekan açtı. Bir anda da caddenin kaderi değişti. Çok geçmeden de onu yenileri takip etti. Hatta aylarca kiracı bulamayan bina ve dükkan sahipleri en popüler kişiler oldu. Ve Filistin Caddesi şimdilerde neredeyse 24 saat yaşayan bir hüviyete büründü.

CADDEDEKİ YAŞAM GİTGİDE SIKICI BİR HAL ALIYOR

Şu anda cadde üzerinde ve yan sokaklarında onlarca işletme var. Üstelik her geçen gün bir yenisi ekleniyor. The House Cafe, Kitchenette, Home Store gibi İstanbullu markalar ile IVY, Big Chefs, Kuki, Coconot (Aktar sokağın başında olmasına rağmen, Filistin caddesinde yaşam oradan başlıyor) gibi Başkentli markalara yenileri ekleniyor. Ancak aralarından birçoğu daha önce caddeye konuşlanmış mekanı taklit edip, pastadan pay kapmaya çalışıyor. İçlerinde yenilik getiren, konsept geliştiren, farklı bir tarza yönelen yok. Bakıyorsunuz tutan işletmelerin kısa süre sonra taklitleri çoğalıyor. Hem de öyle bir taklit ki, dekorundan yemek mönüsüne, servis takımlarından hizmet anlayışına kadar. Hal böyle olunca da Filistin caddesindeki yaşam gitgide sıkıcı bir hal alıyor. Halbuki farklı lezzet ve dekorlar sunan işletmeler olsa, bugün ona yarın öbürüne gidilir ve cadde bir cazibe merkezi haline gelir.

Bu arada Filistin caddesinin son mekanı Eat’n Joy oldu. Doğrusu müdürü Ferhat’ı çok sevmeme rağmen bu mekana biraz mesafeli durmuştum. Nedeni ise kulaktan kulağa yayılan bir söylentiydi. Bir anda Ankara’nın iki ayrı bölgesinde faaliyete geçen ve kentin birçok billboardında duyurusu yapılan işletmenin yatırımcıları arasında Melih Gökçek ve oğlu Osman Gökçek’in ismi geçiyordu. Geçenlerde gazete ilanlarında gördüm ki şehir efsanesiymiş. Her halde Eat’n Joy markasının sahipleri de bu söylentilerden rahatsız olmuş olacak ki çareyi gazeteye ilan vermekte bulmuş.

"Eat’n Joy markası, Musa Demir ve Emrah Yıldız’a aittir. Markanın başka kişi, kuruluş ya da oluşumlarla herhangi bir bağı yoktur."

Şimdi diyeceksiniz ki Gökçek’ler olsa ne olur, olmasa ne olur? Sonuçta ticari bir yatırım değil mi? Tek bir cevabım olacak: Servetlerine servet, güçlerine güç katmamak için paramın Gökçek’lere nasip olmasını istemiyorum. Allahtan alakaları yokmuş da, gidilecek bir lezzet durağı daha listeme girdi.
Yazarın Tüm Yazıları