Gökçek cevaptan kaçıyor sorular havada kalıyor

Aradan tam bir hafta geçti, sorularıma Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’ten tek bir cevap yok.

Aslında yanıtını beklediğim sorular öyle çok zor ve araştırılması gereken bir içerikte değil. Sadece Turan Güneş Bulvarı üzerindeki Funda Sitesi’nde oğlu için aldığı villanın kanunsuz olarak halka ait park alanı ile trafo merkezini bahçesine katış hikáyesini öğrenmek istedim, hepsi o kadar. Bir de televizyon programında söz verdiği halde bu alanları bir buçuk yıldır geri vermemesinin gerekçesini. Her konuda laf yetiştiren, kendince açıklama yapan Sayın Gökçek’in ağzından bu kadar basit bir konuda tek laf çıkmaması normal mi? Bence normal, zira bu konuda diyecek tek sözü yok. Cevaplasa ne söyleyecek; "Evet, halkın park alanı yanlışlıkla bizim bahçeye girmiş. Üstelik trafo merkezi de ona eşlik etmiş" mi diyecek?

Bir buçuk yıl önce Kadir Çelik’in hazırladığı Objektif programında bu soruya kendince bir cevap bulmuştu ama, bugün aynı sözleri söylese kargalar bile gülmez miydi? Programı izleyenler ve köşemi takip edenler iyi hatırlayacaktır, benim bu kamu alanlarını işgal etme konusunu açmam üzerine; " Siz yazana kadar buranın halka ait park alanı ve trafo merkezi olduğunu bilmiyordum. Çankaya Belediyesi gelsin alsın" dememiş miydi? Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra aynı bahaneye sığınacak hali yoktu ya!

VİLLADA DA KOOPERATİFTE DE YANIT AYNI

Ancak, MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural’ın belgeleriyle kamuoyunun bilgisine sunduğu son kooperatif vakasından sonra Melih Gökçek’in benzer açıklamasını okuyunca çok güldüm. Vural, Ankara Büyükşehir Belediyesi bürokratlarının, belediyenin 30 bin metrekare arsasını, kendi aralarında kooperatif kurarak düşük bedelle satın almaları skandalını belgeleriyle açıklıyordu. Melih Gökçek de cevaben, "Haberim yok, basından öğrendim, soruşturma emri verdim" savunmasını yapıyordu. Yani konular farklı, cevaplar aynı. "Benim haberim yoktu!"

Sizce bu son cevap mantıklı mı? Kooperatifin Başkanı, aynı zamanda Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulu’nun da Başkanı. Başkan yardımcısı ise İmar Dairesi Başkanı... Diğer yöneticileri de en yakınında çalışan kişiler. Bu kooperatif olayı Encümen’den geçiyor, onaylanıyor, ama nedense Gökçek’in haberi olmuyor. Ne kadar ilginç değil mi? O zaman insana sormazlar mı, çevresinde ne olup-bittiğini bilmeyen belediye başkanı, milletini hakkını hukukunu nasıl koruyacak?

Olaylı televizyon programları, mahkemeye taşınan yazılarım derken 2007 yılının Mayıs ayından beri iddia ettiğim her şey tek tek ortaya çıkıyor. Bu durum da benim haklılığımı bir kez daha gözler önüne seriyor. Son olarak MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, villanın kaçak olduğunu, bu nedenle ceza kesildiğini açıkladı. Çankaya Belediye Başkanlığı da villanın, imara aykırı olduğunu ve bu nedenle ceza kesildiğini doğruladı.

VİLLADA KAÇAK VAR

MHP’
li Vural’ın paylaştığı belgelere göre, Gökçek’in 8 Mayıs 2007’de satın aldığı villa hakkında, Çankaya Belediyesi İmar Müdürlüğü’nce tutanak tutuldu. Tutanakta, villanın kapalı garaj, ilave yapı, terasın kapatılması, park ve trafo alanının villa bahçesine katılması işlemlerinin kaçak olduğu belirtildi.

Çankaya Belediye Encümeni, villanın Gökçek’e geçmesinden bir ay sonra 5 Haziran 2007’de yaptığı toplantıda, villayla ilgili imara aykırılıklarına ilişkin tespit tutanağını görüşerek, 5 bin TL ceza kesti. Ceza, kaçak tutanağındaki tarih dikkate alınarak Gökçek’e değil, villayı satan Mahir Şahin’e kesildi. Sonrası mı? Malum kaçak bölümler olduğu gibi duruyor. Melih Bey ise kılını bile kıpırdatmıyor.

Gökçek’in villa hakkında konuşmadığı, daha doğrusu konuşamadığı bu günlerde kafama ilginç bir şey takıldı.

Uğur Mumcu öldü, hepimiz araştırmacı gazeteci olduk! Ecevit öldü, hepimiz sosyal demokrat olduk! Hrand Dink öldü, hepimiz Ermeni olduk! Barış Akarsu öldü, hepimiz popçu olduk! İsrail bombalar yağdırdı, çocukları bile katletti, hepimiz Filistinli olduk!

Sözün özü; Allah, Melih Gökçek’e uzun ömür versin... Aynı zamanda Bülent Ersoy, Fatih Ürek gibi popüler isimlere de.

BİR DUAYENİN MÜZİK PINARINDA RUHU TAZELEMEK

Neyse yıpratıcı siyasi gündemi bir kenara bırakalım, yaşamın başka bir yönündeki güzel şeylerden de bahsedelim. Çok değil, bundan kısa bir süre öncesine kadar Ankaralı sanatçı dendiği zaman ayrı bir köşeye konurdu. Yaptıkları müziğe ve yarattıkları bestelere büyük saygı gösterilirdi. Gerek müzik, gerekse sinema dalında kalitenin birer temsilcileri olarak görülürlerdi. Keza Başkentteki eğlence mekanları da bu kaliteyi işletmelerine taşımak için kıyasıya rekabete girerdi.

Şimdi öyle mi? "Haydi eller havaya" deyip, ezberlediği üç beş şarkıyla sesinin yettiğince sahneye hakim olmaya çalışan sözde sanatçılar piyasanın hakimi oldu. Detone olacağını anladığı an "Hep birlikte" deyip, durumu kurtarmaya çalışanlar, şarkı söylemekten çok elindeki mikrofonu konuşmak için kullananlar almış başını gidiyor.

Bir de "Ankara havaları" üzerine yazılan müstehcen türküler ve Ankaralı Turgut ile Namık, Sincanlı Oğuz Yılmaz gibi, adının önüne Ankara imajı koyarak parçalar yapan bazı sanatçılar var. Bir yerde pavyon kültürüyle hareket eden bu insanlar, Ankara kültürünü yozlaştırarak, imajını fena halde zedelemiyor mu?

İşte böylesine yoz bir ortam içinde geçenlerde tam bir müzik vahasına düştüm. Gazi Osman Paşa semtindeki Nenehatun Caddesi üzerinde yer alan Satsuma isimli kulüpte müzik pınarından ruhumu tazeledim. Sahnede yılların eskitemediği duayen Alpay ve genç ekibi vardı. Benim gibi birçok Ankaralının kalbinde ayrı biri yeri olan Karpiç gecelerini yaşatıyorlardı. Bilmeyenler için söyleyeyim, Ayrancı Semtinde, ünlü sanatçının çok özel bir mekanı vardı. Her gece hem kendi, hem de bir çok ünlü isim sahnesinde boy gösterir, iş adamından bürokratına, gencinden yaşlısına herkes o ufak mekanda yer bulmak için sıraya girerdi.

YÜZÜNÜN GÜZELLİĞİ SESİNE AKSETMİŞ

Neyse gelelim Alpay’la Satsuma’da yaşanan Karpiç gecelerine. Her Perşembe günü saat 23.00 de başlayan müzik şöleninde benim gibi salonu dolduranların kulaklarının pası siliniyordu. Yaşlısıyla genciyle mekanı dolduran müşteriler kaliteli sahne şovunun nasıl olması gerektiğine tanık oluyordu. Nostaljik bir yolculukla başlayan şarkılar demeti, günümüze kadar uzanıyor ve hep bir ağızdan söylenerek kaliteye ne kadar susamış olduğumuzu ispatlıyordu. İlerlemiş yaşına rağmen geçmişteki performansından en ufak kayıp yaşamayan Alpay ise coştukça, coşturuyordu. Yetiştirdiği yeni seslerle düeti ise izleyenleri başka dünyalara götürüyordu. Hele yüzünün güzelliği sesine de yansımış olan Hale isimli genç kız bayrağı devralacağını her haliyle belli ediyordu.

Kısacası geçmişin o kaliteli gecelerini tekrar yaşamak için Alpay gibi sanatçılara daha çok ihtiyacımız var.
Yazarın Tüm Yazıları