Yılbaşı olmasa, kısa bir özür yazısıyla bu haftalık izninizi isteyecektim. Zira yoğun iş seyahatleri, toplantılar ve tabi ki kurumsal faaliyetler bilgisayar başına oturmak için fazla zaman tanımadı.
Kuru bir özür yazısı yerine yeni yılınızı da kutlama şansı bulacağım bu satırları yazmak istedim. 2010 yılında üzüntü ve kederin ağır bastığı ne çok şey yaşadık ve gördük. Aslında gülmek istedik, çünkü bizler Ankara’da insan suratıyla yaşarız. Biliyorsunuz Başkentin tarihi, üzerine sonradan dikilmiş elbisesidir, yaşanmışlığı değil. İçeriği akıldır, mantıktır. Ruh ona sonradan biçilmiştir, gerekliliği bilindiği için. Ardında hayat değil, bilgi vardır. Bu yüzden toplamadır ruhu. Otobüslerde, dolmuşlarda, pastanelerde, parklarda, insanların yüzlerine bakılarak kurulur hayaller. Çünkü bir deniz yoktur, insanlara sırtınızı dönüp seyredebileceğiniz. Yalnız kalamazsınız, denize kaçamazsınız. İnsanların dönüp gelecekleri yer yine birbirlerinin yüzüdür. Bu nedenden insan, ilişkileriyle var olur Ankara’da. Mekanlarından öte insanlarının yüzleridir bu kente bağımlılığımızın temeli. Ankara ismi, Ancyra’dan, yani Çapa’dan geldiği söylenir. Denizi kaçalı çok zamanlar olmuştur ama kendini hala Melih Gökçek gibilerin yönetmesinden olsa gerek çapadır. 2010 ve öncesi için yazılacak daha çok şey var ama bizim adetlerimizde gidenin arkasından konuşmak ayıp olduğu için, hızla yeni yıla yönelelim. Şaka bir yana 2011, ülkemize, tüm insanlığa ve tabii ki Ankara’mıza bereket ve mutluluk getirsin. Hayatımızda yüzüne keyifle bakacağımız insan çok olsun. Gelecek hafta görüşmek üzere.