Ankara’nın gece yaşamı bana hep sıcak gelmiştir. Gece hayatıyla bütünleşen sözde mankenler ve playboyların kokuşmuş ilişkilerine itibar etmeyen yapısından mı, yoksa dejenerasyona taviz vermeyen düzeyinden mi nedir bilemem, ama Başkent’in eğlence mekanları ve restoranları özellikle İstanbul’daki emsallerinden gözüme daha hoş görünür. Arada sırada bir ya da iki konserlik sahne çalışması yapan ünlüleri bile daha zevkle izlerim. Ancak, nostaljik bir yaklaşımla geçmişi bu günle karşılaştırmaktan hiç geri kalmam.
Eğlence kültürü Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanan Ankara’nın geleneksel yapısında kalite her ne kadar ön planda olsa da ve yaşanan o şaşalı geceler halen dillerde dolaşsa da, bugün geçmişi bir hayal olarak arar olduk. Zira eğlencenin tarzıyla beraber, mekanların yapıları ve müşterilerin profilleri çok değişti. Restoranların yerini kafeler, gece kulüplerinin yerini ise yüksek volümlü müzik yayını sunan dev diskolar ve barlar aldı. Marjinal eğlence ve giyim ise özellikle gece hayatının genç kesiminde egemenliğini ilan etti.
BODYGUARDLARIN AĞZINDAN DÜŞMEYEN ÜÇ CÜMLE
Bu baş döndürücü değişimden gece yaşamının temel aktörleri de nasibini aldı. En büyük değişim de, mekanın giriş kapısında yaşandı. Bir zamanların yüzü façalı, mahpushane görmüş kapı önü fedailerinin yerini, iri yarı, temiz yüzlü, genç bodyguardlar aldı. Kendilerini "halkla ilişkiler" veya "güvenlik görevlisi" olarak tanımlayan bu gençlerin birçok ortak noktası var. Şiddete karşı çıkmak, gerektiğinde asık suratlı, gerektiğinde güler yüzlü olabilmek, kitap okumak, Viyana’da müzik eğitimine devam etmeyi düşünmek, fussion tarzında jazz dinlemek, gazetesini internette okuyacak kadar iletişim çağına ayak uydurmak belli başlı özellikleri arasında. En büyük sıkıntıları ise insanların kafasında oluşan bodyguard resmi... Bu resim, internetteki birçok popüler sitede biraz abartılı biraz da ironik, şöyle anlatılıyor:
"Eğer barlardan söz etmeye başlayacaksak buna barın girişiden başlamamız gerekir. Çünkü burada dünyanın en renkli simaları; bodyguardlar ile karşılaşırız. Bodyguardlar bizleri sevmezler, asık suratlıdırlar, kolları kalındır ve şu üç cümleyi kullanarak var olurlar: Damsız girilmez, Kapatıyoruz arkadaşım, içersi çok dolu. "Damsız" lafının embesilliğini idrak edebilen bir grup bodyguard; "Bayansız almıyoruz birader" diyerek bunu biraz daha yumuşatır, medenileştiğini, kibarlaştığını düşünür..."
BACH İÇİN KAPI ÖNÜNDE DURUYOR
Aslında bu mesleğe kapağı atan birçok gencin ortak noktası para kazanmak. Aralarından bazılarıyla uzun uzadıya sohbet etmiştim. İçlerinden biri vardı ki, anlattıklarıyla çok ilgimi çekmişti. İsmini vermeden duygu ve düşüncelerini anlatacağım bu gencin idealleri çok farklıydı. Bir üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi’nde şan ve piyano eğitimi alıyordu. Karakteriyle hiç ilgisi olmadığını düşündüğü bu mesleğe, sırf para kazanmak için başlamıştı. En büyük rüyası ise yurt dışında eğitimine devam etmekti. Bir opera sanatçısı adayı olarak, yeterli potansiyele sahip olduğunu düşünüyordu. Ancak bu rüyanın gerçekleşmesi için gerekli tek şey paraydı ki, o yüzden bodyguardlık yapıyordu.
"Hangisi daha zor, piyanoda Bach çalmak mı, yoksa bodyguarlık yapmak mı?" diye sormuştum.
"İkisinin de zorluğu var. Piyano çalmak benim mesleğim, ilgi alanım, hobim, her şeyim. Sadece müzik yapmıyorum, dinlemekten de büyük zevk alıyorum. Bodyguarlığı ise aileme fazla yük olmamak ve okul masraflarımı karşılamak için yapıyorum" demişti.
Ailenin ve çevresinin tepkisine gelince, O da çoğu arkadaşı gibi, ilk başlarda yaptığı işi saklamış ve barlarda müzik icra ettiğini söylemişti. Çevresini inandırmış olsa da, daha sonra foyası ortaya çıkmıştı.
KIZ ARKADAŞI KARŞI AMA O POPÜLER OLDUĞUNA İNANIYOR
Yine bir üniversitenin İşletme Bölümü’nde okuyan genç ise bu işe dört sene önce başlamıştı. Bodyguardlık mesleğini üniversite giderlerini finanse edecek bir iş olarak görüyordu. Asıl amacı eğitimini yurtdışında devam ettirmekti.
"New York Cambridge’de okuyan bir arkadaşım var. Onun yanına gidebilmek için bu işi bir ek gelir olarak yapıyorum" derken, benim için toplumdaki genel bodyguard imajını değerlendiriyordu. Bu imajın pek de yanlış bir kanı olmadığını söylüyordu açık sözlülükle:
"Bu işi yapan arkadaşlarımı kötülemek istemem. Ancak gülün de dikeni var misali, aramızda bu işi hakikaten bilmeyip, yanlış yerlerde yanlış insanlarla çalışıp, yanlış hareket eden ve tüm bu bodyguardlara mal olan olumsuz bir imaj var. Yalnız yiğidi öldürüp de hakkını yememek lazım. Bu işe hakikaten profesyonelce bakıp, profesyonelce yapmaya çalışan insanlar da zaten hemen belli oluyorlar... "
İngilizce ve bilgisayar bilen, akademik bilgi almış insanlar olarak kendisinin ve arkadaşlarının o genel kanının dışında kaldığını belirtiyordu. Ailesinin ve arkadaşlarının bu mesleği kendisine yakıştıramadığını anlatırken de şu ilginç sözleri söylüyordu.
"Onlarda da o genel yargılar olduğu için, senin gibi bir insan bu işi nasıl yapıyor diyorlar. Bu mesleği yapan herkes gibi, benim kız arkadaşım da pek olumlu bakmıyor. Beni sevdiği ve değer verdiği için, başıma bir şey geleceğinden korkuyor. Ailem de aynı şekilde olumsuz yaklaşıyor. Bunun yanında işin avantajları da var. İyi bir çevre yapıyorsunuz. Her türlü insanı tanıyorsunuz. Okulda biraz daha popüler oluyorsunuz"
UZAKDOĞU MUTFAĞI ÜZERİNE KÜÇÜK BİR BİLGELİK
Bir fırsat doğmuş ve iki haftalığına da olsa hevesini hep içinde hissettiğim bir ülkeye, yani Japonya’ya gitmiştim. Japonya’da her zaman iyi olduğum nadide şeylerden bir tanesi de Japon restoranlarını seçmek olmuştu. İrili ufaklı, kaliteli salaş derken de birçok restoranını ziyaret etme fırsatını yakalamıştım. Bir gurme kadar olmasa da bu adalar ülkesinin mutfağını öğrenmekte gecikmemiştim. Ve bu küçük bilgeliğin de Türkiye’de kendileri için lezzeti bulmak isteyenlerle paylaşacak kadar yeterli olduğuna inanıyorum. Bu makalede yer alan her konu benim şahsi deneyimlerim üzerine kurulu olduğunu da unutmadan tavsiyelerime kulak asıyorsanız yazımı okumaya devam edin.
Ankara’da Uzakdoğu mutfağından hoşlananlar için bir çok güzel mekanlar var. Sushico, Quikchina, Çin Seddi bunlardan bir kaçı. İşte tüm bu restoranlara Ümitköy’de bir yenisi daha eklendi. Adı Sushisu Restoran ve tam bir lezzet durağı. Her şeyden önemlisi de sahibesi bu işi layıkıyla yerine getiren yetenekli bir bayan. ODTÜ mezunu, ABD’den Japonya’ya kadar yurt dışı deneyimi ve gözlemi olan Gamze Çelikel Civelekoğlu, maddi ve manevi birikimlerini bu işletmeye adamış iyi bir yatırımcı. Yüzünden hiç eksik olmayan güler yüzüyle, servisten mutfağa Sushisu’nun dört bir yanına hakim. Mesa Plaza’nın içindeki küçük dükkánından, Minasera Alışveriş Merkezi’nin az ötesindeki binaya markasını taşırken, müşterisinin önüne daha donanımlı çıkmanın huzuru içinde. Sushinin yanı sıra Çin ve Vietnam mutfağından örneklerinde yer aldığı mönüsünü ise bir hayli zengin. Japonya’daki emsallerini aratmayan yemekleri ve sahibesinin tatlı dili için gidilmeye değer bir restoran.
Bu arada benim favorilerim arasında yer alan Quikchina Restoran’da başlayan yeni bir uygulamadan da söz edeyim. Her Pazartesi akşamı 100 çeşit balık müşterileri bekliyor. Hem gözünüzün, hem de karnınızın doyması için güzel bir kampanya. Seçilen balığa göre de her keseye hitap ediyor.