Paylaş
Geçmiş yüzyılın penceresinden de baksanız, yaşadığımız bu yüzyılın perspektifinden de gözlemleseniz yansıyan görüntü hep aynı. Biraz eskimişlik, sıvalardaki dökülmüşlük... Yıpranmışlık ön plana çıksa da, yel değirmenleriyle savaşan Donkişot ruhlu ustaların elinde yaratılan nostalji kokulu eserler yine ziyaretçilerini bekliyor.
Geçmişte bu yokuşları tırmananlar, çıkrıklarının yenilenmesi için uğraşır, saman pazarında hayvanları için balya balya saman yükler ve atına nal çaktırırdı. Koyun Pazarı’ndan etini alıp, bakırcılarda lengerini, tasını, kara dipli tenceresini kalaylatanlar ise hiç azımsanmayacak çoğunluktaydı. Bugün ise gidenlerin amaçları çok farklı... Geçmişin güzelliklerine meraklı koleksiyoncular, aile büyüklerinden kalan hasarlı eşyasına çare arayanlar ve ucuz yollu eşya edinmek isteyenler, hepsi o kadar.
BABA YADİGARINA ÇARE OLACAKLAR MI?
Bu hafta ülkemizin ekonomi yönetimindeki atamalarıyla gündeme gelen “Çıkrıkçılar Yokuşu”nu ele almak, biraz sosyo-ekonomik de olsa bu yokuşun dününü ve bugününü sizlere yansıtmak istiyorum. Bilmeyenler için söyleyeyim yokuşun tarihi, çok eskilere beş asır öncesine kadar dayanıyor. Her dönem için Ankara’nın en merkezi ticaret alanı olan Çıkrıkçılar Yokuşu 1917 yılında çıkan büyük Ankara yangınından da nasibini alıyor. Korkunç zararla yangını atlatsa da büyük bir dirençle yaşamını sürdürüyor ve kısa zaman içinde toparlanıyor. Üstelik çarşı, cumhuriyetin genç başkentinin de en işlek alışveriş ve ticaret merkezi olma niteliğini kısa sürede kazanıyor. İstanbul’un “Mahmutpaşa”sıyla eş değer tutulan çarşı, 1990’lar sonrasındaki alışveriş merkezleri çılgınlığına teslim olan yerler arasına adını yazdırıyor. Bu tarihten sonraki ticari yaşamı ise ne öldürüyor, ne güldürüyor ama 2002 yılından itibaren tekrar Ankara’nın ve ülkemizin gündemine giriyor.
2002 yılında kurulan 58. hükümetin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın adı açıklandığında Çıkrıkçılar Yokuşu’nun yıldızı tekrar parlıyor. Zira Babacan Ailesi bu çarşının bilinen esnaflarından biri. Bakan Ali Babacan’ın babası Hilmi Bey, üç nesildir ticaretle uğraşan bir ailenin oğlu. Evladı Ali Babacan da kendinden önceki aile fertleri gibi Çıkrıkçılar Yokuşu’ndaki aileye ait dükkanda çalışıyor. Üstelik Ali Babacan bir röportajında kendi oğlu Kerem’in de yaz aylarında dedesinin dükkanında çalıştığını ve aynı yolu takip ettiğini anlatmıştı.
Ve geliyoruz 2011 yılına... Geçtiğimiz günlerde Durmuş Yılmaz’dan boşalan Merkez Bankası Başkanlığı’na getirilen Başkan Yardımcısı Erdem Başçı da Çıkrıkçılar esnafının arasından çıkmış bir isim. Çocukluk arkadaşı olan Ali Babacan gibi onun da babası bu yokuşun esnaflarından. Ayrıca uzun yıllardır yokuşta dükkan işleten Başçı’nın babası o dükkanı da Ali Babacan’ın babasından kiralayarak iş hayatına atılmış bir isim.
Kimya yüksek mühendisi olan ve Makine Kimya Endüstrisi Gazi Fişek Fabrikası müdür yardımcılığı görevinden 1983’te emekli olan baba Ahmet Uğur Başçı, yaklaşık 25 yıl Çıkrıkçılar Yokuşu’nda esnaflık yapmış. Kendisine ait dükkanda kırtasiye, temizlik ve ambalaj malzemeleri satan baba Başçı’ya oğlu da boş zamanlarında yardım etmiş.
ANKARA TİCARETİNİN KÖKLERİ ONLARA DAYANIYOR
Ancak çarşı her ne kadar ekonomi yönetimiyle birlikte anılsa da, içinde yaşayan esnafı unutulmaktan dolayı dertli. İki yanında manifaturacılar, perdeciler, tuhafiyecilerle uzanan yokuşta, bugün artık çok da fazla hareketlilik görülmüyor. Çıkrıkçılar Yokuşu Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Hamit Gürdoğan da, çarşının yaşayan bir müze olduğuna dikkat çekerken; “Burası tarihin her döneminde gelişmenin merkezi olmuş. Cumhuriyet dönemindeki hızlı gelişmeye de ayak uydurmuş. Ta ki 1990’lara kadar...” diyerek çarşının tarihçesini anlatmaya çalışıyor. Çarşının adının “Dokuma çıkrıkçılarından” geldiğini belirtirken de, yokuşun genelinde 250 işletmenin bulunduğuna, civar sokaklar da dikkate alındığında işletme ve dükkan sayısının 400’e kadar çıktığına vurgu yapıyor.
Eskiden imalat sanayinin birçok alanının bulunduğu çarşının artık ev tekstili, konfeksiyon gibi alanlarda yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Bu arada günümüzde çok ünlenen birçok markanın, Çıkrıkçılar Yokuşu çıkışlı olduğunu da ilave edeyim. Örnek mi? Kızılay, Balgat gibi semtlerdeki bazı esnafların genelinin kökeni bu yokuşa dayanıyor.
TURLARA ENTEGRE OLAMAMANIN ÜZÜNTÜSÜ
Çarşı, tarihi niteliği nedeniyle birçok turistin ilgisini çekebilecek noktada, ancak bu konuda da sıkıntı var. Gürdoğan, yaşanan sıkıntıyı “Biz bir türlü turist turlarına entegre olamadık” diye anlatıyor. Çıkrıkçılar Yokuşu sakinlerinin bu konuda bir de önerisi bulunduğunu vurgularken de Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi son derece turistik bir alanla komşu olduklarını anımsatıyor. Önerisi ise Müzenin çarşıya açılan kapısının faaliyete geçmesi.
KALEYİ YILLAR DEĞİL GÖÇ YIKIYOR
Hazır Çıkrıkçılar Yokuşu’na gitmişken Ankara Kalesi’ne de göz atmadan olmaz. Restorasyonla korunan surların tam aksine, kalenin içi her geçen gün biraz daha yok oluyor. Gözümüz gibi bakmamız gereken eski Ankara evleri üflesen yıkılacak halde. Ayakta kalmayı başaranlar ise restoran, otel, bar ve taverna kimliğine bürünerek yaşamını sürdürüyor. Ancak, tarihi Ankara kalesini kurtarmak için acilen radikal çözümler gerekiyor. Gel gör ki, çözüm mercilerinin hepsi derin uykusunu sürdürüyor. Hal böyle olunca da kale, göç edenlerin vicdanına kalıyor.
Ankara Kalesi, pek çok savaşa tanıklık etmiş ve pek çoğuna da direnmiş olabilir ama direnemediği bir şey var ki, o da göç. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nden çok yoğun bir şekilde göç alan kalenin yapısı, bu göçlerle de değişime uğramış durumda. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Ankara’da yaşayan doğma büyüme Ankaralıların, siyasetçilerin, tüccarların yerleştiği kale, zamanla fakir bir semt hüviyetine büründü. İlgilenilmeyen ve bakılmayan evler birer mezbeleliğe dönüşürken, buranın sakinlerini de ekonomik nedenlerden dolayı göç etmek zorunda kalanlar oluşturmaya başlamış.
ÇARESİZLİK ONLARA KALEYİ MESKEN YAPTI
Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar misali de, bu göçler, kaleyi ve evlerini birer mezbeleliğe dönüştürdü. Gidecek bir yeri olmayan, güç bela karınlarını doyuracak kadar para kazanan insanlar, başka çareleri olmadığı için buralara yerleştiler. Çünkü kale içindeki evlerin kiraları, Ankara’nın pek çok gecekondu semtindeki kiralardan çok daha düşük. Bunun nedeni de, adeta, üflesen yıkılacak kadar eski olan evlere bu çaresiz insanlar dışında kimsenin yerleşmek istememesi.
Paylaş