Hürriyet Ankara Bürosu’nun 5. Katı, Türkiye’nin iki önemli kalemine eve sahipliği yapar. Tüm gazete çalışanlarının "tecrit katı" dediği bu bölümün mahkumları, Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun, haftanın altı günü gazetedeki köşelerinden okurlarıyla buluşur.
Hepinizin bildiği gibi bu ikili, ülkemiz gündemine yönelik farklı üsluplarıyla keskin, zeka kokan değerlendirmeleriyle tanınır.
Oysa, bu iki ismin oda komşulukları, dostluklarının da etkisiyle, bazen hiç kimsenin tahmin edemeyeceği şakalaşmalara da neden olur. Birbirlerine takılmadan duramayan bu ikilinin espri ve mizah yüklü kat arkadaşlıklarına zaman zaman ben de eşlik ederim. Her ikisinin de dostluklarından büyük keyif alırım ve yaşam tecrübelerinden olabildiğince faydalanmaya çalışırım. Üstelik her ikisi de benim için iyi bir sırdaştır. Her ne kadar onların bazı sırlarını bilmesem de, her derdimi ve sevincimi paylaşırım. Onların yanından ayrıldığım zaman ise anlatmanın, paylaşmanın ve sorunları konuşmanın verdiği rahatlıkla kendimi kuş gibi hafif hissederim.
Kimi zaman da üçümüz bir araya gelip, espri dolu anlar yaşarız. İşte geçenlerde gelişen sohbetin konusu.
- Kim ne derse desin Bekir Coşkun iyi bir marangoz ve denizci. En azından medyaya öyle yansıyor. Emin Ağabey, sahi ona bu konularda niye sık sık takılıyorsun. Bu takılma kötü bir marangoz ve denizci olmasından dolayı mı, yoksa iyi olup da esprisine takılma mı?
E.Ç: Marangozluğunu bilmem, ama Urfalı Bekir’in kaptanlığı konusunda ciddi kuşkularım var. Mogan Gölü donduğu bir sırada Ankara’nın bozkırında kaptanlık ehliyeti aldı. Ayvalık’ta tekneye binip de açıldığı zaman, orada alarmlar çalıyor. Mesela, orada bir gün rotayı şaşırıp yanlışlıkla Yunan adası Midilli’ye vurdu. Birkaç defa da denizin bittiğini fark edemeyip sahile tosladı. Dolayısıyla kaptanlığı konusunda ciddi kuşkularım var.
B.C: Atölyem var evet, ama iyi bir marangoz değilim. Ben amatör marangozum. Denizciliğim de amatör. Bir defa Emin’in bahsettiği yer Midilli değil, Altınoluk’tu. Ama benim bundan pek şikayetim yok.
B.C: Emin ile ilgili bir şey açıklayayım sana. Emin’in dümenci olduğunu biliyor musun? ODTÜ’de öğrenci iken kürek takımının dümenciliğini yapmıştır. Dümenci şudur; onlar arka arkaya oturup kürek çekerler. En arkada da sadece kafası görünecek şekilde hiç bir iş yapmadan dümenci oturur. Dümencinin genelde bir başka rolü daha vardır. Yandaki takıma küfrederek onların düzenini ve moralini bozmak. Emin bu işi iyi yaparmış. Ama bildiğim kadarı ile o zaman takımın en iyi elemanı imiş. Orada hakkını yemeyelim. Diyelim takımlar kuzeye doğru gidiyor. Emin’in rakip takımı kesin rotayı şaşırıp, güneye doğru gidermiş.
- Ben anlatayım, siz teyit edin. Denizle haşır neşir oluşunun ilk aylarında devamlı olarak teknenin pervanesi kırılıyor. Sonradan öğreniyoruz ki; yüzmeyi iyi bilmediğin için devamlı kıyıdan gidip kendinizi garantiye almaya çalışıyorsun. Tabii, kıyıya bu kadar yakın gidince de suyun dibindeki kayalara çarpan pervane kırılıyor.
B.C: Evet öyle bir şey!
Aslına bakarsanız şimdilerde Bekir Ağabey, iyi bir denizci ve okyanusları aşabilecek tecrübeye sahip. Ama, Emin Ağabey ile benim takılmalarım onu rahatsız etmiyor, bilakis hoşuna gidiyor. Onun için sohbet konusu deniz üzerine olsun yeter.