Başbakan Çankaya’yı es geçip, Keçiören’i neden seçti?

Türkİye’nin dört bir tarafındaki vatandaşlara, ülkemizin en bilinen ve büyük ilçesi hangisidir diye soracak olsanız, tereddütsüz herkes Çankaya cevabını verecektir.

İlçe Ümitköy’den Kurtuluş’a, Oran’dan Sıhhiye’ye kadar geniş bir alana yayılırken, kendisiyle aynı adı taşıyan Çankaya semti ise iktidarla bütünleşmiş yapısıyla göze çarpar. Tüm devlet erkanı, Çankaya’da bir avuç denebilecek alan içine sıkışıp kalmış durumdadır.

Halk, şehrin eteklerinden, yani aşağıdan kafasını yukarı doğru kaldırır ve 864 rakımlı tepeye bakarak iktidarı izler. Cumhurbaşkanı, milletvekilleri, bakanlar, askeri erkan, mülki erkan, en zenginler, yabancı şirket temsilcilikleri, diplomatik temsilcilikler hep ordadır. Dahası, çok kazanan bürokratların, doktorların, avukatların, gazetecilerin, iş adamlarının Ankara’daki çocukları oradadır. Lüks yapılar, şehrin en trend eğlence ve yeme içme yerleri oradadır... Kısacası, görünür veya görünmez iktidar adına ne varsa, geçmişte olduğu gibi bugün hálá Çankaya sınırları içindedir.

ÇANKAYA BLOĞU ÇATLADI

Ancak, AKP’nin iktidara gelmesinden sonra, Çankaya’da mukim iktidar bloğunun parçalanmaya değilse de çatlamaya başladığı öne sürülebilir. Bloğu çatlatan ilk darbe de, daha Başbakan olmadan, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, milletvekillerine, "lojmanlara yerleşmeyin" talimatıdır. Ona göre lojmanlar hem devletin sırtında bir yüktür, hem de vekillerin milletle kaynaşmasına engel bir yerleşim düzenlemesidir...

Bu anlayış, daha sonra Başbakanlık konutu için de geçerli olur. Makamla özdeşleşen bu mekan, ailecek ev sahibini değil de, resmi bir organizasyonun davetlilerini ağırlamaya başlar. Gerek Başbakanlık konutu, gerekse lojmanlarda oturması gerekenler, kendilerine halkın içinde yaşayacakları yerler bulmanın telaşına girer. Birtakım nifak tohumcuları(!), bu yaklaşımı, devletle türbanlının ve hacı-hoca takımının sık sık bir araya gelip çatışması riskine karşı bir önlem gibi algılayıp değerlendirdiyse de, sonuca etkisi olmaz.

YÜZDE SEKSENİ GECEKONDUYDU

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Keçiören semtini seçtiği malumunuz. Çok değil, 20 yıl öncesine kadar Keçiören, çok uzun yıllar ihmal edilmiş, her tarafında derme çatma gecekondular bitmiş, yer yer çöp kokan, fakir insanların yaşadığı bir varoş yerleşim birimiydi. Özal iktidarının serbest bıraktığı "kaynaklar" yerli yersiz harcandıkça şehrin yüzü gibi ilçelerin de yüzü değişmeye başladı.

Her zaman köylü ve muhafazakar bir profil vermiş olan Keçiören’i halen, belediye başkanı olarak, sonradan AKP mensubu olan, MHP orijinli Turgut Altınok yönetiyor. Yıllardır görevini sürdüren Altınok, Keçiören’in varoş semti olmak bir yana, Türkiye’nin en yeşil yerleşimlerden biri olduğunu; buralarda bina yapmak üzere Çankaya’dan müteahhitlerin akın akın geldiğini; bazı semtlerinde 150 bin dolardan aşağı daire bulunamadığını; halen sürmekte olan projeler bittiğinde Keçiören’in Ankara’nın turistik merkezi olacağını; çöplükten pırıl pırıl bir ilçe yarattığını hayli iddialı ifadelerle söylüyor.

BAŞBAKANA RAĞMEN ÇANKAYA’YI TERK ETMEDİLER

Başkanın söylediklerini dinleyip bir de yaptıklarını gezip görünce, Başbakan Erdoğan’ın neden Keçiören’i seçmiş olabileceğine ilişkin spekülasyon olanağı genişliyor. Her ne kadar kendisi bu yönde bir cümle söylemiş değilse de, Keçiören, AKP’nin Türkiye vizyonunun küçük bir örneği sayılabilir. Nitekim bu değerlendirmeyi Başkan Turgut Altınok da benimsiyor.

Altınok, "Başbakan niye burayı seçti" sorusunu, her seferinde, "kendisine sorun" diye savuştursa da, seçilen yerin cazibesini gayet etraflıca ortaya koyuyor. "Keçiören Türkiye’dir" diyor ve ekliyor; "Burada Türkiye’nin her yerinden insan vardır."

Keçiören’in Erdoğan bakımından bir de, "AK Parti kurulduktan sonra halka açık ilk konuşmayı burada yapmış olmak" gibi bir özelliği var... Sonuçta, Başbakan için Çankaya resmi, Keçiören ise özel yaşamının sürdüğü birer semt olarak yüzyüze bakıyor. Atakule’ye alternatif olarak 166 metrelik Keçiören Cumhuriyet Kulesi dikilmeye çalışılsa da, cazibe merkezi olma rekabeti tüm hızıyla sürüyor ve bu yarıştan Başkentliler kazançlı çıkıyor. Nasıl mı? Tabii ki daha fazla hizmet alarak. Gerçi Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne taşınması bile AKP’li Büyükşehir Belediyesi’ni harekete geçirmese de üzüm üzüme baka baka kararır misali, Çankaya da rekabetten nasibini alıyor.

Ancak, halkla kaynaşmak için Lojmanlara taşınmayan AKP iktidarının bir çok mensubu, Başbakan’ın aksine meskenini Çankaya il sınırlarından seçiyor. . Hatta kimi Çankaya semtinin mütevazı apartman daireleri yerine, Ümitköy’ün, Oran’ın, Bilkent’in, Sögütözü’nün muhteşem villalarını, dubleks dairelerini tercih ediyor.

Yarım asırlık ustadan ünlülerle çok özel anılar

BU hafta size, halen elinde makas 51 yılı geride bırakan bir ustadan söz edeceğim. Adnan Menderes’ten Süleyman Demirel’e, Nazmiye Demirel’den Semra Özal’a, Tansu Çiller’den Berna Yılmaz’a, Zeki Müren’den Bülent Ersoy’a, kısacası yıllardır adını sayamayacağım kadar bir çok ünlü isim saçlarını ona emanet etti. Günümüzün birçok tanınmış siması da emanet etmeye devam ediyor. İşte bu ustayla geçenlerde bir aradaydım. Mesleğiyle ilgili bilgi birikimini ve çok ilginç anılarını anlatırken kısa kısa notlar tuttum. Bir çoğunu köşeme aktarmamı istemedi, ama müsaade ettikleri bile tarihte ilginç bir yolculuğun kapılarını açtı.

Yıl 1957... Elinde bezden bavulu, Artvin’den Ankara’ya gelen 16 yaşındaki berber çırağı Hakkı Kutlugün’nün ilk hedefi, karnını doyuracak bir iş bulmaktır. Daha sonraki düşüncesi ise baba mesleği kuaförlükte, Türkiye’nin en iyisi olmaktır. Ailesinin üç kuşaktır berberlik mesleğini seçmesi ise onun en büyük referansıdır. Ancak bir farkla; babası ve dedesi gibi erkek değil, kadın kuaförü olmaktır.

Günlerce aç kalır, sefalet çeker, ama yılmaz. 1960’lı yılların sonlarına doğru, içinde parfümeri, bijuteri, mini bar ve güzellik salonunun da yer aldığı, kendi işletmesini açar. Dönemin koşullarına göre, "Ankara için bir hayli lüks" işletmesinin faaliyete geçmesiyle birlikte, müşteri profili bir anda ünlü politikacılar ile eşleri, sosyetesinin seçkin isimleri ve sanatçılardan oluşur.

SİYASİLER KAPIYI AŞINDIRDIKÇA

MEKAN SÜTATÜKOYU BELİRLEDİ

Hakkı Kutlugün’
ün ünü, gün geçtikçe yayılır ve İstanbul sosyetesi de onun kapısını aşındırmaya başlar. Nazmiye Demirel, Turgut ve Semra Özal gibi önemli isimler neredeyse akraba kadar yakını olur. Sonuçta Paris Kuaför’e gitmek bir prestij göstergesine dönüşür.

Hakkı Kutlugün ise geldiği noktayı yeterli bulup, hiç durmaz. Sık sık yurt dışına çıkıp, yeni saç trendlerini yakından takip etmeyi sürdürür. Ve gelinen son noktada Paris Kuaför zincire dönüşür ve toplam beş şubesiyle Türkiye’nin en seçkin kuaförleri arasındaki yerini alır.

Ve geliyoruz bu günlere. Hakkı Kutlugün, 51. yılına yaklaşan mesleki yaşamında 4 bine yakın kuaför yetiştirdi. Hala da işinin başında, ancak Paris Kuaför’ü emanet edebileceği emin ellere sahip olmanın da huzuru içinde. Oğlu Hakan, kızı Eda, damadı Necdet Koşar boynuz kulağı geçer misali babalarından kaptıkları bayrağı daha yükseğe çıkarma gayreti içindeler.

TÜRBAN, SEKTÖRE

BÜYÜK DARBE VURDU


Hakkı Kutlugün yıllarca politikacı eşlerine hizmet verdi. Ancak son dönemde müşteri portföyündeki parlamenter eşi sayısında bir azalma var. Nedeni de mecliste büyük bir sayısal çoğunluğa sahip AKP milletvekillerinin eşlerinin birçoğunun türbanlı olması.

"Parlamenter eşleri dükkanımıza büyük renk katıyordu. Mesleğin farklı ambiyanslarıydı. Ama şu sıralar bundan mahrumuz" diyen Hakkı Kutlugün’ün erkek müşterileri arasında ise tabii ki yine günümüz politikacıları var. Her ne kadar eşleri türbanlı olduğu için kuaföre gitmese de çok sayıda bakan ve milletvekili Paris Kuaför’ün erkek bölümünü tercih ediyor.

ÖZAL’I KARBON

KAĞIDIYLA KAMUFLE ETTİ

Hem Semra Özal, hem de rahmetli Turgut Özal, Hakkı Kutlugün’ün yıllarca müşterisi olmuş. Özallarla tam 15 kez parasını kendi cebinden vermek kaydıyla yurtdışı gezisine çıkmış. Ünlü kuaförün Turgut Özal’la ilgili hoş bir anısı da var. Başbakanlığının ilk dönemlerinde Özal’ın saçlarını modern bir kesim vererek kesmiş. Beyazlıkları da ona haber vermeden karbon kağıdı sürerek yok etmiş. Tıraştan sonra Turgut Bey, Semra Özal’ı çağırarak, "Beni çok değişik bir adam yaptı" demiş. Ama Hakkı Kutlugün bıyıkları da karbon kağıdıyla boyamaya kalkışca Turgut Bey, "Vay sahtekar, vay" deyip kahkahayı basmış. O günden sonra şampuan boyalarla Turgut Özal’ın saç ve bıyıklarındaki akları yok etmiş, ama ciddi bir boyama hiç yapılmamış.

ZEKİ MÜREN’LE 25 YIL

Paris Kuaför Hakkı’
nın ünlü müşterileri sadece siyasetçi ve eşleriyle sınırlı değil. Türkiye’nin en büyük sanatçılarının saçlarını da yıllarca o şekillendirdi. Bunlardan bir olan, Sanat Güneşi rahmetli Zeki Müren, saçlarını tam 25 yıl boyunca Hakkı Kutlugün’e emanet etmişti. "Zeki Müren kadar sohbet etmesini seven birisine rastlamadım. Saçlarını kadınlar bölümünde yaptırırdı. Bazen laubali hareketleri olurdu, ama kendisine böyle davranılmasından hiç hoşlanmazdı. Peruk takardı. Önlerde hiç dökülme yoktu ama, saçı arkadan seyrelmişti. İlk kez 1974’te bir tepe peruğu taktım. Yıllarca hep onu kullandı. Saçlarına daima röfle yaptırırdı."

ABACI BONKÖR, EMEL SAYIN CİMRİ

Hakkı Kutlugün’ün bugüne kadar tanıdığı en bonkör müşterisi Muazzez Abacı olmuş. "Hiç para hesabı yapmazdı" diyor ve ekliyor, "Kasayı açıp parayı kendisi bırakırdı. Onu çocukluğundan beri tanırım. Çok iyi kalplı bir kızdır"

Abacı’nın bonkörlüğü kadar Emel Sayın’ın cimriliği de Hakkı Kutlugün’ün hafızasında kalanlardan. Onunla ilgili bir anısını ise şöyle anlatıyor, "Emel Sayın bir peruk istemişti. Geldi, yaptığımız peruğu beğenmediğini söyledi. Halbuki o kadar güzel bir peruk olmuştu ki, omuzlarının altına kadar iniyordu. Herhalde 2 milyon lira kadar bir fiyatı vardı. Pazarlık yapmak için beğenmediğini söyledi. Elinden peruğu alıp ’size yapılacak peruğum yok’ dedim"
Yazarın Tüm Yazıları