DÜNYADA ekonomik yapı değişiyor. Finansman yöntemleri ve araçları değişiyor. Uluslararası finansman sistemi içindeki kuruluşların konumları değişiyor.
1980’li yıllar öncesinde gelişmekte olan ülkelerin dış finansmanı büyük ölçüde devletlerin işiydi. Özel sektörün dış finansman olanakları kısa vadeli dış ticaretin finansmanı ile sınırlıydı. 1980’li yıllarla beraber, dünyada birbirleriyle bağlantılı üç önemli gelişme yaşandı.
Uluslararası sermaye hareketleri giderek serbestleşti. Gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere, neredeyse tüm dünyada finans piyasaları serbestleşti. Özel sektör giderek uluslararası finans piyasalarına açıldı. Gelişmekte olan ülke devletleri diğer devletler ve uluslararası kuruluşlar (IMF, Dünya Bankası ve ticari bankalar) yerine giderek uluslararası sermaye piyasalarından borçlanmaya başladılar. Kısıtlı da olsa, özel sektör kuruluşları da bu kervana katıldı. Tüm dünyada özel sektörün dış borçları hızla artmaya başladı.
DENETİM DEĞİŞTİ
Uluslararası finansman yapısındaki değişim göreli olarak hızlı oldu. Uluslararası borçlar devletten devlete ve bankalardan devlete iken bir kriz anında borçların yeniden yapılandırılması göreli olarak kolaydı. Devletten devlete olan borçlar Paris Kulübü’nde ele alınırdı. Borçlu devletler alacaklı bankaları karşısına alır be borçlarını yeniden yapılandırmaya çalışırdı. Türkiye de bu alanda 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında oldukça yoğun çalıştı.
Kriz önleme, makro ekonomik politikalar ve bütçe disiplini gibi konular o dönemde de önemliydi. Ama, bu alandaki gelişmelerin piyasaları yönlendirici etkisi bugünkü kadar belirgin değildi. Bir ülke Paris Kulübü ve/veya IMF ile anlaştıysa, diğer alacaklılar açısından fazla bir sorun olmazdı. Borçlanma olanakları yeniden açılırdı. Borçlular belliydi, alacaklılar da.
1980’li yıllarla beraber devlet borçları sınırlı sayıda alacaklılar yerine sermaye piyasalarına kayınca, uluslararası finansmanın boyutları değişti. Alacaklılar üç-beş tane olmaktan çıkıp milyonlarca olmaya başladı. Uluslararası piyasalarda işlem gören tahvillerin çıkarılmasında aracılık yapan finans kuruluşlarının sorumlulukları tahvillerin satılmasıyla bitti. Borçlular milyonlarca alacaklı ile muhatap hale geldiler.
Paris Kulübü’nün göreli önemi azaldı. Çünkü, devletten devlete borçlar azaldı. IMF gibi kuruluşlar yine önemli olmaya devam ettiler. Ama, önemleri ülkelerin cari işlemler açığını finanse etmeye yönelik değil, sermaye çıkışlarını kolaylaştırma yönünde oldu. 1997’de Güneydoğu Asya’dan ve 1998’de Rusya’dan çıkan sermayenin önemli bir bölümü IMF fonlarıyla karşılandı denebilir.
Ülkelerden sermaye çıkışı yaşanmadığı dönemlerde ise IMF’nin önemi doğal olarak azaldı, hatta taze bir finansman kaynağı olarak yok oldu. Artık, ülkeler açıklarını uluslararası sermaye hareketleri yoluyla finanse ediyorlar. Daha açık bir ifadeyle, kriz olmadığı sürece IMF’ye muhtaç da değiller, IMF’nin yönlendirmesine de ihtiyaç duymuyorlar. Dolayısıyla, IMF’nin politika tavsiyelerine de uymak gibi bir zorunlulukları kalmadı. Ülkeler, artık kendilerini finans kuruluşlarının ekonomik araştırma bölümlerine ve tahvil-bono alış-verişi yapan bankacılara beğendirmek durumundalar. Yani, uluslararası denetim otoritesi zımni olarak değişti.
ŞIMARIKLIK
Bu gerçeği Türkiye’de de çok açık bir biçimde görüyoruz. Bu aşamada, IMF’nin standby düzenlemesinde programlanan paraları bize verip vermemesi nakit dengesi açısından hiç önemli olmamaktadır. Türkiye IMF’den gelmeyen paraları çok rahat bir biçimde uluslararası sermaye piyasalarından alabilir. Bu nedenle de, sosyal güvenlik reformu gibi projeler sulandırılabilir ve savsaklanabilir. 2001-2003 döneminde ise böyle bir lüksümüz yoktu. Finans piyasaları rahatsız olmadığı sürece, ülkeler kendilerini daha rahat hissetmeye başladılar.
Uluslararası sermaye hareketlerinin olumlu olması büyük ölçüde gelişmekte olan ülkeleri bir rehavete itiyor. Bir anlamda, "sermaye hareketlerinden kaynaklanan şımarıklık" yaşanıyor. Geçen yıl sonunda Brezilya ve Arjantin’in IMF’ye olan borçlarını erken ödeme kararlarının arkasında da bu rehavet ve şımarıklık var.
Rehavet başka riskler doğuruyor. Bir başka yazıda bu konuya devam edeceğim.