KÜRESELLEŞME, farklı insanlara farklı şeyler ifade ediyor.
Küreselleşmenin yarattığı sorunlar tartışılırken de, farklı nedenlerle oluşan sorunlara farklı çözümler üretiliyor. Bir anlamda, herkesin kafası karışık.
İktisadi açıdan küreselleşmenin getirdiği sorunlar, bilgi teknolojisinde kaydedilen ilerlemelerin sermaye hareketleriyle birleşmesi sonucunda mali sermayenin daha fazla risk alabilmesi ve çok çabuk hareket edebilmesi olarak özetlenebilir. Bilgi akışı arttığından mali sermaye eskiden gitmeyeceği yerlere dahi cesaretle gidebiliyor. Bunun karşısında, yine bilgi akışının getirdiği bir avantajla çok çabuk geri dönebiliyor.
Bu anlamda, iktisadi açıdan küreselleşmenin tohumları İkinci Dünya Savaşı daha bitmeden kurulan Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) ana sözleşmesiyle atıldı. Kuruluşunda 40'a yakın ülkenin üye olduğu IMF'nin bugün 180'den fazla üyesi var. Tüm üyeler IMF'nin ana sözleşmesini kabul ederek uyguladıkları ekonomi politikalarının, sermaye hareketlerinin serbest olmasını sağlayacak yönde olacağını peşinen benimsiyorlar. Üyeler açısından sermaye hareketlerini kısıtlamak bir kural değil, bir istisna oluyor.
KURTARICI
1940'ların ilk yarısında benimsenen sermaye hareketlerinin serbest olması kuralı, bilgi teknolojisindeki baş döndürücü ilerlemeyle IMF'yi de zor duruma soktu. Sermaye çıkışlarının yaşandığı ülkelerde, IMF çıkmak isteyen özel sektör alacaklılarını kurtarır bir duruma düştü. IMF'nin o ülkelere verdiği krediler sayesinde mali sermaye çıkabildi. Alacaklılar kurtarıldı. Bu olguyu en çarpıcı bir biçimde önce Güneydoğu Asya ülkelerinde, sonra da Rusya'da gördük.
IMF'nin yaşanan mali krizler sırasında aldığı bu tavır, doğal olarak ‘‘ahlak çöküntüsü’’ sorununu da beraberinde getiriyor. Çünkü, riskli diye yüksek getiriler bekleyerek belli bir ülkeye giden mali sermaye kaybedeceğini sezinlediğinde çıkmak istiyor. IMF'nin yardımıyla çıkışı kolaylaşıyor. Yani, mali sermayenin aldığı riskle kazandığı getiri uyumlu olmuyor. Yatırımcıların başka ülkelerde risk alma iştahı makul olmaktan çıkıyor. Krizlerin boyutu artıyor. IMF'ye çıkan fatura ağırlaşıyor.
GİDİLEN YÖN
Amerika'da Bush idaresi bu durumdan rahatsızdı. Krizlerin üzerine para dökerek sorunun çözüleceğini düşünen IMF'nin ikinci adamı Stanley Fischer gitti, yerine Ann Krueger geldi. Krueger'in geçenlerde yaptığı bir konuşma Bush idaresinin soruna yaklaşımı konusunda bazı ipuçları veriyor.
Ayrıntıları bilinmemekle beraber, Krueger, ülkelerin de şirketler gibi iflaslarını ilan edebilmeleri gerektiğini vurguluyor. İflasını ilan etmiş bir ülkenin de belli ölçülerde alacaklılarla sorunlarını çözümleyene kadar bir grup alacaklılar tarafından üzerine gidilmesinin yasal bir çerçeve içinde önlenmesi gerektiği düşünülüyor. Bu çerçeve içinde, alacaklılarla yeni plan üzerinde anlaşma sağlanana kadar ülkelerin sermaye çıkışlarını engelleyebilmesi de çözümler içinde düşünülüyor.
Sanki, Amerika'nın önderliğinde dünya yeni bir yöne doğru gidiyor. Gidilen yönde ‘‘sermaye hareketlerinin serbest olması’’ bir kural olmaktan çıkarılıp ülkelere bağlı bir istisna konumuna getiriliyor. Önümüzde bu konuları irdeleyecek bir Arjantin örneği var.
Bir başka yazıda, gidilen yönün çok da iyi olamayabileceğini anlatmaya çalışacağım.