SON dört yıldır Türkiye ekonomisi küçümsenmeyecek bir gelişme kaydetti. Olumlu gelişmelerin tümünü yabancı sermaye girişine bağlamak elbette doğru olmaz. Çok önemli reformlar yapıldı. Ekonomi politikalarında çok önemli değişikliklerine gidildi. Yabancı sermaye girişi uyumu kolaylaştırdı ve çabuklaştırdı.
Aynı paralelde, finans piyasalarındaki son çalkantıların tümünü yabancı sermaye çıkışına bağlamak da doğru değildir. Sermaye piyasalarında küresel bir sorun olduğu doğrudur. Ama, Türkiye’deki finans piyasalarının tepkileri benzer ülkelere göre çok daha sert olmuştur. Türkiye farklı bir görünüm vermiştir.
FARKLI RİSKLER
Türkiye bir anlamda diğer gelişmekte olan ülkelerden farklılaşmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin tümünden yabancı sermaye çıkışı olmuştur. Ama, en fazla Türk parası değer kaybetmiştir. En fazla Türkiye Borsası düşmüştür. Bilmiyoruz, ama belki de en az Türkiye’den yabancı sermaye çıktığı halde böyle olmuştur.
Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye’den daha az ya da daha çok yabancı sermaye çıktığı halde, fiyatların en fazla Türkiye’de oynaması risk değerlendirmesi açısından Türkiye’yi diğer ülkelerden ayrıştırmaktadır. Görünen o dur ki, Türkiye piyasalarında fiyat riski daha fazladır.
Aynı paralelde, Türkiye’de siyasi riskler giderek artmaktadır.
Amerikan Merkez Bankası (FED) bir süre daha faizleri artıracak gibi görünmektedir. Kaçınılmaz olarak, Avrupa ve Japonya da FED’i bir ölçüde izleyecektir. Galiba, FED kısa vadeli faizleri yüzde 6’ya getirene kadar Amerika’daki faiz belirsizliği devam edecek gibi görünmektedir.
Gelişmiş ülkelerdeki bu eğilim karşısında gelişmekte olan ülkeler faiz artırımına zorlanacaklardır. Direnmeler olacaktır. Ama, göreli faiz oranları belli bir dengeye gelene kadar küresel sermaye akımlarındaki tedirginlik sürecek, bir süre sonra da yeni göreli faiz düzeyinde durulacaktır.
Bu aşamada, Türkiye ekonomisi uluslararası sermayenin küresel tedirginliğinden ve bunun tehdidinden uzaklaşmış olacaktır. Bir anlamda, küresel dış tehdit bitmiş olacak içeriden kaynaklanan riskler daha da göze batar hale gelebilecektir.
Küresel sermaye yeniden gelişmekte olan ülkeleri seçerken Türkiye’nin siyasi riski öne çıkabilecektir. Haziran ayı ortasında Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye yönelik yayınlayacağı ilerleme raporu önemli bir aşamadır. Ortaklık görüşmelerinin sonuna doğru masaya konması beklenen bir takım isteklerin daha görüşmelerin başında masaya getirileceği izlenimi AB çapasını tahrip edici nitelikte olabilir. "Seçim" kelimesi Türkiye’de daha fazla telaffuz edilir hale gelecektir. Cumhurbaşkanı’nın kim olacağı önemlidir.
YALNIZ KALABİLİRİZ
Türkiye’de ekonomik riskler de giderek daha dikkat çekici olmaya başlamıştır. Son üç yıldır konuşulan cari işlemler açığının önlenemeyen yükselişi ve geldiği düzey artık herkesi rahatsız etmektedir. İleriye dönük olarak enflasyona yönelik belirsizlikler yeşermeye başlamıştır. Piyasalardaki son çalkantılar ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyip cari işlemler açığını düşürmeye yönelik bir işlev görürken, enflasyon görünümü ve buna bağlı olarak faizlerin artması olasılığı bir başka risk faktörü olarak görülebilecektir.
Kısacası, yurt dışında ortalık durulsa dahi, Türkiye’ye özgü riskler uluslararası platformda daha fazla konuşulur olacaktır. Bu da, Türkiye piyasalarındaki oynaklığı yurt dışına göre daha fazla artırabilecektir. Gelişmekte olan piyasalar içinde Türkiye yalnız kalmaya aday gibi görünmektedir.