EKİM ayı ortasından sonra Türkiye’de devlet bütçesi konuşulmaya başlanır. Bütçe konuşulurken, sosyal güvenlik sisteminin bütçeye getirdiği yük ağırlıkla gündemdedir. Daha sonra, sosyal güvenlik sisteminin mali yükü unutulur. Ama, artık bu noktayı geçtik.
Sosyal güvenlik sisteminin tam bir iflas halinde olduğunu sizler okumaktan, ben yazmaktan sıkılmaya başladım. ‘Yapısal Reform’ deyimi yazanı da okuyanı da bezdirmeye başladı. Ama, sosyal güvenlik alanında gerekli yapısal değişimi beceremezsek Türkiye çok ciddi ekonomik ve sosyal bir sorunla karşı karşıya kalacaktır. Konunun önemi, vahameti ve aciliyeti konunun gündemde tutulmasını gerektiriyor.
VAHİM DURUM
Toplam nüfusun yaş ortalamasının 30 yılın altında olan bir ülkede sosyal güvenlik sistemi çökmüş durumdadır. Durumun vahametinin birinci boyutu budur. Genç nüfusta, çalışan sayısı fazla, emekli olan sayısı göreli olarak az olması lazımdır.
Türkiye’de neredeyse bir çalışan, bir emekliye bakmak durumundadır. 2004 yılı verilerine göre, Sosyal Sigortalar Kurumu’na katkı yapan çalışan sayısı yaklaşık 5.6 milyon, aynı sistemden emekli maaşı alanların sayısı 4 milyon kişinin üzerindedir.Kısacası, nüfusun yaş ortalamasına göre, çalışıp da sisteme katkı yapan sayısı azdır, emekli olup sistemden beslenen sayısı çoktur.
Bu resmin maliyeti vergi verenlere çıkmaktadır. Sosyal güvenlik sistemleri çalışanın emeklileri beslemesi ilkesi üzerine kurulduğu halde, Türkiye’de vergi veren herkes artık emeklileri besleyip devletten diğer sosyal hizmetler almamaya başlamışlardır.
Bu yılın ilk dokuz ayında sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden verilen yardım 17 milyar YTL’yi bulmuştur. Sosyal güvenlik sistemine bütçeden giden para faiz dışı harcamalarının yüzde 25’inin üzerindedir. Daha da vahimi, sosyal güvenlik sistemine 17 milyar YTL’nin üzerinde bütçeden kaynak aktarırken, aynı dönemde bütçe açığı 8 milyar YTL olmuştur. Yani, sosyal güvenlik sistemi bütçeye yük olmasaydı, bütçe 10 milyar YTL’ye yakın fazla verecekti. Bu para çok farklı sosyal programların finansmanı için harcanabilirdi. Örneğin, eğitim ve sağlığa çok daha büyük kaynaklar aktarılabilirdi.
Gelinen nokta hem çok vahimdir hem de ileriye dönük olarak kaygı vericidir. Daha üç yıl önce, 2002 yılında sosyal güvenlik sisteminin açıkları 11 milyar YTL iken, bu yıl ikiye katlanmış ve 23 milyar YTL’yi geçmesi beklenmektedir. 2002 yılında, sosyal güvenlik sisteminin açıkları toplam bütçe açığının yüzde 30’unun altındayken, bu yıl bütçe açığının neredeyse iki katı büyüklüğüne gelmesi beklenmektedir.
REFORM MU?
Gelecek yıllarda resim daha da vahim bir hale gelecektir. Diğer tüm alanlardan kısıp bütçe sosyal güvenlik sisteminin ayakta kalmasında kullanılmaktadır. Diğer harcamalarda kısıntı yetmediğinde, yeni vergiler ve vergi oranlarında artışlar gündeme gelmektedir. Bir anlamda, kayıt içinde çalışanlar hem bağlı oldukları sosyal güvenlik sistemine katkı yapmaktalar hem de çeşitli yollarla ek vergiler vererek sosyal güvenlik sistemini ayakta tutmaya çalışmaktadırlar.
Bu sürecin kalıcılığı yoktur. Bugün kamu finansman dengeleri açısından ekonomik bir sorun olarak irdelenen sosyal güvenlik sistemi yarın ülkenin en büyük sosyal sorunu olarak çözüm bekleyecektir. Bugün kayıt içinde çalışıp sosyal güvenlik sistemini ayakta tutmaya çalışanların yarın sosyal güvenlik sisteminden bugünküler kadar yararlanabilme olasılıkları hızla düşmektedir.
Bu sistemin değişmesine ‘reform’ demek dahi artık hafif kalmaya başlamıştır.