SOSYAL güvenlik sisteminin içinde bulunduğu durum Türkiye ekonomisinin gelecekteki istikrarsızlığına yönelik en büyük tehditlerden biridir.
Artık, durumun vahametini anlatmak için "acil çözüm gerekir" cümlesi dahi hafif kalmaktadır.
Her yıl bütçenin faiz dışındaki harcamalarının yaklaşık beşte biri gibi bir meblağ sosyal güvenlik sisteminin açıklarına gitmektedir. Sistemin açıkları milli gelirimizin neredeyse yüzde 5’i civarındadır. Sosyal güvenlik sistemi giderek yaşlılara gelir yaratan değil, çalışanlara ikinci maaş veren bir sistem haline gelmiştir.
KARARLILIK
1990’lara kadar nakit açığı vermiyor diye her gelen hükümet sosyal güvenlik sistemini altından kalkamayacağı yüklerin içine soktu. Sistemin kapsamı genişletildi. Emeklilik yaşı düşürüldü. Sağlık hizmetleri genişletildi. Gelirlerini artırma yönünde yapılacak fazla bir şey yokken, her gelen sistemin harcamalarının daha da artmasına neden oldu.
Bir noktada, sisteme katkıda bulunanlar, sistemden yararlananların maliyetini karşılayamaz oldu. Bugün, çalışan yaklaşık iki kişi bir emekliye bakmak durumunda geldi. 1990’ların sonlarına doğru bütçeden sosyal güvenlik sisteminin açıkları için gereken para arttıkça durumun vahameti anlaşıldı. Ama, siyasi açıdan sevimli olmadığı için konu çeşitli hükümetlerce savsaklanıp durdu.
Uzun süre şimdiki hükümet de konuya ciddi bir biçimde eğilmekten kaçındı. İlk ciddi hamle 2006 yılında yapıldı. Ama, reformun can alıcı noktaları Anayasa Mahkemesi’ne takıldı. Ardından, seçim yılına girilmesiyle, reform rafa kalktı.
Geçen hafta hükümet ve konuyla ilgili sivil toplum kuruluşları bir araya geldi. Toplantının açılışında Başbakan’ın yaptığı konuşma hem konunun ciddiyetinin yeterince anlaşıldığı hem de böyle bir reformun ardında siyasi kararlılığın olduğu izlenimi verdi. Başbakan, "biz elimizi taşın altına koyacağız" dedi. Sosyal güvenlik reformu daha önce hiç Başbakan düzeyinde bu denli açıklıkla sahiplenmemişti. Bu açıdan, gelişmeler sevindiricidir.
KÜRESEL KAYGILAR
Gündemdeki sosyal güvenlik reformundan mucizeler beklememeliyiz. Gerçekçi bir reform ne 2008 ne de 2009 yıllarında sistemin bütçe üzerindeki yükünü kayda değer bir biçimde azaltmayacaktır. Ama, yapılacak reform 2010’ları, 2020’leri kurtaracaktır. Türkiye ekonomisinin uzun dönemli istikrarı önündeki en büyük tehditlerden biri ortadan kaldırılmış olacaktır.
Bu yıl sosyal güvenlik reformunu bir daha üzerinde konuşmamak üzere uygulamaya koyduğumuzda 2008 ve daha sonraki yıllar bir başka açıdan kurtarılmış olacaktır. Böyle zor bir reformun kararlılıkla uygulamaya konması siyasi otoritenin ekonomik istikrarın tesisi konusunda ne derece kararlı, samimi ve ciddi olduğunun en önemli göstergelerinden biri olacaktır. Dolayısıyla, hem iç hem de dış yatırımcıların beklentileri olumlu yönde etkilenecektir.
Özellikle 2008 yılında Türkiye’nin ekonomik birimlerin beklentilerini olumlu tutmasının önemi oldukça fazla. Gelişmiş ülkelerdeki karışıklıklar ve küresel düzeydeki belirsizlikler, bizim gibi hammadde ve emtia zengini olmayan, ama dikkat çekici boyutlarda cari işlemler açığı veren (dış kaynaklara ihtiyacı olan) gelişmekte olan ülkeler uyguladıkları ekonomi politikalarında çok daha kararlı ve ciddi olmaya zorluyor. Küresel ekonomilerin kırılganlığının giderek arttığının tartışıldığı bir dönemde kırılganlığın azaltılması yönünde atılacak adımlar Türkiye ekonomisini öne çıkarabilir.
Böyle bir yaklaşım ekonomik büyümeye de, enflasyonla mücadeleye de önemli katkılar yapacaktır. Bakalım, bu kez başarılabilecek mi?